Dilan İpek

Kadın kadının neyidir? Bu soruya verilen çeşitli cevaplar mevcut ama esas cevabı bizim vermemiz gerekir.
‘’Kadın kadının kurdudur.’’ ifadesini neredeyse herkes duymuştur. Kadınlar arası rekabete, arkadan kuyu kazmaya, güvenmemeye dair birçok anlam ilişkisi kurularak söylenmiştir bu söz. Ama ya işin aslı öyle değil desek?
Bu sözün orijinal hali ‘’İnsan insanın kurdudur.’’ (Homo homini lupus est) şeklindedir. Antik Romalı oyun yazarı Titus Maccius Plautus tarafından yazılan bir tiyatro karakterinin ağzından söylenen bu sözle insanın zalim, bencil ve yırtıcı olması vurgulanmak istenmiştir. Modern siyaset teorisinde Thomas Hoobes tarafından tekrar ele alınan bu söz ve düşünce doğal durumda (devletin ve iktidarın olmadığı durum) insanların birbirine düşman olduğuna işaret eden bir önermeye dönüşmüştür.
‘’İnsanın özüne’’ dair tartışmaların tarih boyunca felsefe gündemini epey meşgul ettiğini biliyoruz. Bu söz de ilerleyen dönemlerde filozoflar tarafından çeşitli biçimlerle ele alınmış, kimi zaman onaylanmış kimi zaman ise karşı çıkılmıştır.
Peki bu sözün orijinal hali neredeyse hiç bilinmez veya hatırlanmazken, kadın kadının kurdudur sözü nasıl toplumsal bir söyleme dönüştü ve hafızalarda bu kadar yer etti?
Tabi ki patriyarkanın etkisiyle.
Geçmişten bugüne kadınlar doğum yaparken birbirine destek oldular, keşfettikleri doğum kontrol yöntemlerini kulaktan kulağa birbirlerine aktardılar. Bebeklere beraber baktılar. Çamaşırlarını beraber yıkadılar. Topluluklarda yapılması gereken işleri beraber yaptılar. Aynı pozisyonları paylaşmanın ve aynı işlerden sorumlu olmanın bizi yan yana getirmesiyle; habersiz, belki en başta bilinçsiz bir dayanışma ağı kurmuştuk bile.
Belki bir kader ortaklığı ağıydı bu ama güçlüydü. Somut, elle tutulur, başı sıkışana koşulur bir ağdı.
Kadınlar arası birlik ve dayanışmanın parçalanıp, yok edilmesi patriyarkal ve kapitalist iktidarının sağlanması için hayati önem taşıyordu. Kapitalizme geçiş sürecinde bu parçalanma cadı avlarıyla hayata geçirilmek istendi. Kadınlar katledildi, komünal üretim ve bakım pratikleri yok edildi. Rekabet ve bireyselliğin inşa edilmesi patriyarkanın olduğu gibi kapitalizmin de olmazsa olmazıydı.
Patriyarkanın kurumsallaşma süreci tam bu dayanışma ağını hedef aldı. Çünkü kadın dayanışması, kurulmak istenen erkek iktidara somut sorunlar çıkarabilirdi. Bu nedenlerle cadı avları başlatıldı, konuşmalar yasaklandı, kadınların bir araya gelebileceği alanlar daraltıldı. Kıskançlık ve rekabet tohumları ekilmek istendi ve kadınları birbirine düşman etmeye çalışan tüm bu ortamlar normalleştirildi.
Kısaca bahsettiğimiz ama geçmişte temelleri güçlü bir şekilde atılan bu rekabet ve kıskançlık ilişkileri uzun zaman devam ettirilmeye çalışıldı. Bu ilişkilerin günümüzde dahi yansımalarının sürdüğü ise önemli bir başka gerçek.
Patriyarkal toplum tarafından beslenen bu ilişkiler örtük ya da apaçık bir şekilde yaşanıyor. Bazen ‘’iyi niyet’’ taşlarıyla döşeniyor bazen gerçek bir öfkeyle gün yüzüne çıkıyor.
Mesela patriyarkal sistem anneler arası rekabeti her zaman gündemde tutuyor (şimdilerde iktidarın doğum politikaları sebebiyle daha da gündemde).
‘’Normal’’ doğum mu yaptın?
Kaç kilo doğurdun?
Emziriyor musun yoksa memeni tutmadı da mamaya mı geçtin?
Eğitim tarzın ne?
Peki ya pelvik taban kasların… Bu karşılaştırmalar bitmek bilmeyen ‘’ben daha iyiyim’’ yarışının bir kısmını oluşturuyor.
Güzellik endüstrisi ve popüler kültür kadınları sürekli ‘’en’’ yarışına sokarak görünmez bir rekabet alanı yaratıyor. En şık kadın, en rüküş kadın, en güzel kadın, en zayıf kadın, en doğal kadın… Kadınlar her şeyin’’en’’i olabiliyor ve bunun sonu hiç gelmiyor. Günümüz dizi/sinema sektörü de bu olguları besliyor. Entrikacı kadın figürleri daha çok yazılıp canlandırılıyor. Kadınlar bir şeyi elde etmek için birbiriyle rekabet ederken canlandırılıyor, öfkesini esas suçlu erkeğe değil diğer kadına yönlendiriyor. En köklü örnek ise gelin kaynana çatışması olmalı ki, ikisinin iyi anlaşabileceğine hiçbir denklemde ihtimal dahi verilmiyor.
Bu örneklerin hepsi hayatın içinden gerçekler. Ama bu gerçeklerde gözle görülür, kulakla duyulur, elle tutulur bir değişim de söz konusu.
Mesela annelikten başlayalım; başta iktidar tarafından yaratılan ideal annelik dayatmalarına karşı artan tepkilerde önceki dönemlere göre ciddi bir yükseliş söz konusu. Artık kesin olarak neyin ‘’normal’’ olup olmadığına kadınlar karar vermek istiyor. Kadınların çok büyük bir kısmı anneliğinin yargılanmasına ya da anneliğin dayatılmasına izin vermiyor. Ya da sosyal medyada yaratılan ‘’ideal kadın’’ profiline karşı kadınlar gerçek yaşamlarını da gözler önüne sermeye çalışıyor. Beden olumlama yönetime başvuruyor veya ‘’filtreli gerçekleri’’ reddediyor. Mahallelerde, işyerlerinde dayanışma grupları kuruyor. Birbirinden haberdar olmak istiyor. Her geçen gün kadın kooperatiflerine ilgi artıyor. Dizi/film sektöründe kadın dayanışmasını, arkadaşlığını konu alan hikayeler dikkatle izleniyor.
Bu örnekler ve daha sayamayacağım onlarca örnek de tıpkı az önce sıraladığımız olumsuz örnekler gibi hayatın içinden.
Dayanışma sadece bir slogan değil
Peki ne oldu? Biz kadınlar binlerce yıldır patriyarkanın anlattığı hikayeyi, kurduğu oyunu bir anda, 21. yüzyılda fark ettik ve aydınlandık mı?
Hayır, zaten aydınlanmalar genelde bir anda olmuyor sancılı süreçler içinden doğuyor. Biz de bu aydınlanmayı anlamak istiyorsak feminizm tarihine daha fazla yakınlaşmalıyız.
Büyük eşiklerden bir tanesi olan ve birinci dalga feminizminin merkezi hedefi olarak kabul edilen; oy hakkı için mücadele eden kadınların ortak eylemleri, ortak bir amaç ve bilinç yaratmıştı, o gün kurulan ortaklık bugün konuştuğumuz kadın dayanışmasının en önemli temellerinden.
Aynı şekilde bilinç yükseltme grupları olarak tanımladığımız, kadınların küçük gruplar halinde sorunlarını ve deneyimlerini konuştukları buluşmalarda kişisel olanın politik olduğunu fark etmeleri diğer bir önemli kırılma yaratmıştı. Yaşanılan hiçbir sorun kişisel değildi, sistemseldi ve evet bu bir aydınlanma aynıydı.
İnternet çağında ise deneyimlerin daha görünür ve ortak olduğu gerçeği kendini göstermeye devam etti. Tarihimiz bunlardan ibaret değil elbette, çok daha derin ve köklü ama bu anlar bizim dayanışma eşiklerimizin bazıları ve aynı zamanda başlangıçlarıydı.
Ortak amaç ve duygudaşlık temelinde kurulan bağ olarak ifade edebileceğimiz genel dayanışma kavramı patriyarkanın saldırılarına karşı bir arada duran kadınlar tarafından özelleştirilerek ‘’kadın dayanışması’’ kavramıyla ifade edilmeye başlandı. Çünkü patriyarkal kapitalizm her alanda bizi ikincilleştirmeye, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmeye yönelik uygulamalarını sürdürüyordu.
Sonra gün geçtikçe sesimiz yükselmeye ve birleşmeye devam etti.
Bugün geldiğimiz noktada kadın arkadaşlığı ve dayanışması ciddi bir dönüşüm yaşadı. Kadın kadının kurdudur söylemine karşı feminist hareket sayesinde ‘’kadın kadının yurdudur’’ cümlesi öne çıktı. Rekabet ve kıskançlık duygularına, ‘’birlikte güçlüyüz’’, ‘’asla yalnız yürümeyeceksin’’ gibi kadın dayanışması sloganlarıyla cevap verildi.
Bu cevaplar – tüm eksiklerimize rağmen- işyerlerinde, okullarda, alanlarda, aile içi ilişkilerde farklı biçimlerde kendini göstermeye devam ediyor. Özellikle Feminist Gece Yürüyüşleri başta olmak üzere, alanlarda kadınların birbiriyle kurduğu yoldaşlık, duygudaşlık ve güven bağını çok net görebiliyoruz. Bunlar sadece slogan değil bir ortaklık ve mücadele birliğini yaratıyor aynı zamanda. Taşıdığımız pankartta ‘’sen ben biz birbirimizin çaresiyiz’’ yazıyor ve kurulan bir kafiyeden ziyade kurtuluşun ancak ortak bir kadın mücadelesiyle olabileceğine işaret ediyor. Kadınlar, başlarına bir şey gelme ihtimaline karşı hep diğer kadınlara çağrıda bulunuyor, ‘’intihar etti derlerse inanma’’ ‘’anneme sarıl, bu şehri yak’’ gibi sloganlarla hep engellenmek istenen kadın dayanışması, en çok korkulan sokaklarda daha güçlü kuruluyor.
Bacım da bacım
Bu yazı, sosyal medyada kaydırdığımız bacı postlarıyla kafamda oluştu. Çünkü son bir yılda daha önce hiç görmediğimiz kadar ‘’bacım’’ paylaşımları adı altında kadın arkadaşlığı vurgusuna şahit oluyoruz. Tatlıların üstüne yazılan bacım yazıları, bacılara özel hazırlanan video editleri, bacısız geçen günlere özlem paylaşımları, kızkardeşlik temalı içerik sayfaları… örnekler her gün çoğalıyor. Bu gönderiler de birçok kişi tarafından beğenip paylaşılıyor, biz de birbirimize gönderip birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi veya ne kadar çok özlediğimizi bu paylaşımlarla ifade ediyoruz. Tabi ki bunlarda bir sorun yok.
Ama nasıl oldu da daha önceden esamesi bile okunmayan bacılık son dönemde bu kadar gündem oldu?
Kadınların feminist mücadele ile daha yoğun ve doğrudan bağ kurması bunu en önemli sebeplerinden bir tanesi elbette. Artık milyonlarca kadının yüzünü feminizme dönmesi, dayanışma ve kızkardeşlik ilişkisini hayati bir düzeyde tutuyor.
Kadınlar artık birbiriyle daha güçlü ve güvenli ilişki kuruyor. Yıllardır patriyarkanın anlattığı kıskançlık ve rekabet hikayesini reddediyor bunun aksine birbirine güvenmeyi, birbirinin elini daha sıkı tutmayı tercih ediyor. Eğer bu kıskançlık duygusu varsa ve bizi rekabet etmeye zorluyorsa biliyoruz ki bunun kaynağı biz değiliz. Bu patriyarkanın anlattığı hikaye ve biz o hikayeye kulaklarımızı tıkayıp sadece feminist fısıltıları dinliyoruz.
Yani sevgili bacılarım eğer bugün sosyal medyada bile, bir bacı akımı yaşanıyorsa o dostluk ve dayanışmayı feminizme borçluyuz.
Gül yüzlü bacılarımıza sevgiler, selamlar.
Feminist Çerçeve sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
