Esra Özkal

Erkek olarak doğmanın ve erkek çocuk doğurmanın ayrıcalık sayıldığı bir toplumda kadınlar hayatta kalma mücadelelerini nasıl sürdürebilir? Amjad Al Rasheed’in yönettiği 2023 yapımı İnşallah Erkek Olur (Inshallah Walad) filmini izlerken zihnimde dolaşan soru tam olarak buydu.
Film, Ürdün’de yaşayan 30 yaşındaki Nawal’ın, kocasının ani ölümüyle yaşadığı toplumsal baskıyı ve mirasından hakkını alabilmek için Ürdün’ün ataerkil miras sistemine karşı verdiği savaşı anlatır. Erkek çocuk doğurmanın başlı başına statü yarattığı bir toplumda; küçük kızını, yıllarca çatısı altında yaşadığı evini ve bir kadın olarak haklarını korumak için her şeyi göze alacak biridir Nawal. Film bu yönüyle izleyicilere erkek egemen bir dünyada
kadınların hayatta kalma çabalarını çarpıcı bir şekilde anlatır.
Nawal’ın karşı karşıya kaldığı hem dinî hem de toplumsal önyargılar, filmin ilk sahnelerinden itibaren kendini göstermeye başlar. Kocasının vefatından sonraki dört ay on gün boyunca evden çıkmasının uygun olmadığı, çıkmak zorunda kalsa dahi hava kararmadan eve dönmesi ve kocasının itibarına leke getirmemesi gerektiği, evlenmek istese bile “dul ve çocuklu” bir kadın olduğu için onunla kimsenin evlenmek istemeyeceği… Tüm bu toplumsal kabuller ve baskılar Nawal’ın omuzlarına yıllardır biriktirilmiş bir yük gibi bırakılır. Bir kadın ve bir anne olarak yaşadığı mücadelelere yepyeni zorluklar eklenir böylece. Nawal’ın hem kendisi hem de kızı için bir çıkış yolu bulması gerekmektedir artık.
Nawal’ın en büyük sınavıysa henüz kocasının yasını atlatamamışken ortaya çıkar: Ürdün’deki erkek egemen miras kuralları. Kocasının erkek kardeşi Rıfkı’nın açtığı miras davasıyla karşı karşıya kalır Nawal. Mahkemenin söylemi nettir: Ölen kişinin erkek çocuğu yoksa mirasın yarısı erkek kardeşinin ailesine geçer. Nawal, küçük kızından da güç alarak bir çıkış yolu bulmaya çalışır. Eşinden kalan kamyoneti satmak istemez; çünkü o kamyonet onlara hatıra kalan tek şeydir. Ayrıca, o kamyonetin kalan borçlarını bir an önce ödemek, kendi miras hakkını ve kızının geleceğini korumak zorundadır.
Ekonomik sıkıntılar ve kadınlara haklarını vermeyen miras kurallarıyla mücadele ederken Nawal’ın önünde yeni bir sınav daha belirir. Rıfkı, Nawal’a açtığı ikinci davada kızının velayetini talep etmektedir. Ürdün yasalarına göre Nawal’ın kızının üzerinde amcasının da eşit derecede söz hakkı vardır. Nawal, şimdi de kendi çocuğunun ondan alınması ihtimaliyle sınanacaktır.
Rıfkı’nın Nawal’ın evine “taziye”ye gelip ondan kalan borçlarını talep ettiği sahnede Nawal, içinde büyüttüğü öfkeyi daha fazla tutamayarak tüm film boyunca izleyenlerin kilit noktası olan o soruyu sorar: “Ya oğlum olsaydı?” Bu soru onun için en büyük sorgulama ve aynı zamanda da en büyük çıkış noktası olacaktır. Plan artık bellidir; mahkemeye hamile olduğunu söyleyecek ve böylelikle dokuz aylığına da olsa zaman kazanacaktır. Nawal’ın hamile olduğu yalanını söylemek zorunda kalması bile aslında o coğrafyadaki kadınların yaşadıklarının acı bir yansımasıdır. Mirasından olmamak ve en önemlisi evinden atılmamak için tek çıkış kapısı bir erkek çocuğuna hamileymiş gibi yapmaktır. Mahkemenin ona tanıdığı dokuz aylık sürede ise yalanının ortaya çıkmaması için yeni bir yol bulması gerekiyordur. Evlerinde hemşire olarak çalıştığı Hristiyan ailenin kızı Lauren ile kurduğu dostluk, hikâye boyunca Nawal’ın en büyük umut kapılarından biri olur. Lauren ile aralarındaki karşılıklı dayanışma, erkek egemen ve dinî otoriteler karşısında kadınların nasıl da aynı dertlerden muzdarip olduğunu ve birbirlerinin tek yoldaşlarının yine kendileri olduğunu dokunaklı bir biçimde gösterir. Lauren, Nawal’a en çok yardımı dokunan kişilerden biridir. “Yalan söylemek günah. Seks günah. Kürtaj günah. Bence günah olan seni ve kızını evsiz bırakmak,” diyerek ataerkil toplumun ikiyüzlülüğünü izleyicilerin yüzüne vurur.
Nawal’ın film boyunca mücadelesi bize ilham verirken çevresindeki diğer kadınların uzattıkları yardım eli de umutlarımızı yeşertir. Filmin son sahnesi Nawal’ın verdiği tüm savaşların ödülü gibidir. Park alanından çıkarmaya —yani erkek egemen toplumun ona yüklediği baskılardan kurtulmaya— çalıştığı kocasından kalma o eski kamyonet, onun ataerkil toplumdan kendini ve kızını çekip çıkarmasının bir metaforudur. Kamyoneti park
alanından çıkarmaya çalışırken geri alır, ileri alır, tekrar geri alır, tekrar ileri alır… Bu sahne çoğu kişi için basit bir sahne gibi görünse de kamyonetin her bir hareketi onun yaşadığı toplumdan kurtulma çabalarına ve denemelerine atıfta bulunur. Nawal “park alanından” çıkmaya çalışırken çırpınır durur. En sonunda kamyoneti tamamen o alandan çıkarmasıyla film sona erer. Kamyonet, Nawal’ın doğduğundan beri bir kadın olarak hayatta kalmak için mücadele ettiği toplumda sonunda var olabilmesinin bir sembolüdür. Kim bilir, belki de kızını o çok istediği McDonald’s’a sonunda götürebilmiştir…
Filmi izlerken yaşadığımız toplumdaki “gelenekler” aklımı kurcalayıp durdu. Kadınlara yüklenen sorumluluklar, yaşadığımız baskılar, bizden beklentiler… Aklıma ilk gelen şey ise çocukluğumdan beri gerek yaşadığım çevreden duyduğum, gerek bir şaka (!) malzemesiymiş gibi maruz kaldığım o söylem oldu: “Kız doğdu!” Bir ortamda uzun süreli sessizlik olduğunda o sessizliği kırmak için mizahi bir tonla söylenen o cümlenin ta kendisi.
Bu söz aslında erkek egemen bir toplumda kız çocuğu sahibi olmanın —sözgelimi— uğursuzluğuna gönderme yapıyor. Yeni doğmuş bir bebeğin cinsiyetini hiyerarşik bir sıralamaya sokuyor ve erkek çocuk sahibi olmayı bir nevi güce sahip olmakla eşleştiriyor. Kız çocuğu sahibi olmayı ise eksiklik ve kabahat ile özdeşleştirip ailenin başına gelmiş belki de en büyük şanssızlık olarak görme kültünü destekliyor ve bu “suç” sonucunda ortamın buz kesmesine ve sessizliğe gömülmesine göndermede bulunuyor: Sessizlik… Kız doğdu! O sessizlik ise yeni doğan bir kız çocuğunun hayatı boyunca yaşayacağı tüm mücadelelerin ve baskıların bir ön gösterimi adeta.
Bir kız çocuğuna sahip olması özelinde Nawal’ın hikâyesi ve onun küçük kızıyla hayatta kalma mücadelesi, kadınların seslerinin bastırılmasını norm haline getiren bir toplumda nasıl da sesimizi duyurabileceğimizin hikâyesi… Varlığımızı dahi bir çeşit uğursuzluk olarak gören bir toplumda gururla var etmeye devam edeceğimiz benliğimizin hikâyesi… Nawal’ın hikâyesi, hepimizin hikâyesi… Sesimizi bastırmaya çalışan topluma
karşı sadece varlığımızla bile direnebileceğimizin bir göstergesi… Kadınlar olarak, seslerimiz en güçlü silahımız. Üzerimize yüklenen o sessizlikte boğulmayalım. Bu sessizliği en güçlü çığlıklarımızla kıralım.
Kaynakça
Al Rasheed, A. (2023). Inshallah Walad [Film]. The Imaginarium Films. MUBI.
https://mubi.com/films/inshallah-a-boy.
Miska, S. (2024, January 12). Filmmaker Amjad Al-Rasheed on ‘Inshallah a Boy’: ‘None of
us are free until we are all free’. Entertainment Voice.
https://entertainmentvoice.com/2024/01/12/filmmaker-amjad-al-rasheed-on-inshallah-a-boy-
none-of-us-are-free-until-we-are-all-free/.
Mullally, W. (2023, December 1). Amjad Al-Rasheed on ‘Inshallah A Boy’ and the future of
Arab cinema. Arab News. https://www.arabnews.com/node/2418341/lifestyle.
Seghedoni, S. (2023, May 27). Amjad Al Rasheed on Inshallah a Boy: Interview. Loud And
Clear Reviews. https://loudandclearreviews.com/amjad-al-rasheed-on-inshallah-a-boy-
interview/.
Slater, S. (2023). Interview: A Chat with ‘Inshallah A Boy’ Director Amjad Al-Rasheed.
AwardsRadar. https://awardsradar.com/2023/06/07/interview-a-chat-with-inshallah-a-boy-
director-amjad-al-rasheed/.
Feminist Çerçeve sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
