
Kaos GL Genel Yayın Yönetmeni Yıldız Tar ile, 11. Yargı Paketi taslağının LGBTİ+ haklarına etkisini, Kaos GL’nin web sitesi ve sosyal medya hesaplarına getirilen erişim engellerini ve artan sansür politikalarının toplumsal yansımalarını konuştuk. Bu kapsamda hem mevcut baskı sürecini hem de “Barış İçin LGBTİ+ İnisiyatifi”nin çıkış noktasını ele aldığımız bir söyleşi gerçekleştirdik.
Kaos GL’nin web sitesi, X ve Instagram hesaplarına getirilen erişim engelleri, sadece bir dijital kısıtlama değil, politik bir mesaj gibi görünüyor. Bu süreci sen nasıl değerlendiriyorsun?
KaosGL.org’un ve sosyal medya hesaplarının erişime engellenme süreci, doğrudan LGBTİ+ varoluşunu hedef alan ve bu varoluşu kriminalize eden yeni yasa tasarısı bağlamında değerlendirilmeli. Süreç, ilk olarak KaosGL.org’un 47 bin takipçili X (Twitter) hesabının herhangi bir bildirim yapılmaksızın engellenmesiyle başladı. Bu engel, Ankara Onur Yürüyüşü ve Trans Onur Yürüyüşü’nün hemen ardından geldi. Erişim engelinin Kaos GL’ye tebliği ise ancak engelden sonra, X platformunun gönderdiği bir e-postayla gerçekleşti. Bu e-postada, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun talebi doğrultusunda İstanbul 9. Sulh Ceza Hakimliği’nin 21 Haziran 2025 tarihli kararına atıf yapılıyordu. Engellemenin gerekçesi olarak, Fethiye’de ilk kez yapılan Onur Yürüyüşü haberi ve Ankara’da bir kamu binasında kaybolan kedisini ararken şiddete uğrayan bir trans erkeğe dair haber gibi içerikler gösterildi. Kaos GL kısa süre içinde yeni bir X hesabı açtıysa da bu hesap da hızla engellendi ve internet sitesi KaosGL.org da erişime kapatıldı. Bunlarla beraber; Instagram ve Facebook hesapları için de erişim engeli kararı verildi.
Bu sansür sürecini, iktidar tarafından hazırlanan LGBTİ+ karşıtı yasa tasarısından bağımsız düşünmek mümkün değil. Hatırlanacağı üzere bu tasarı, LGBTİ+’ların kamusal görünürlüğünü doğrudan hedef alıyor, ifade biçimlerini “hayasızlık” olarak nitelendirerek bu ifadeleri görünür kılmayı cezalandırmayı öngörüyordu. Tasarının infaz düzenlemesiyle birlikte Meclis’e sunulması planlanmıştı; ancak sivil toplumun güçlü tepkisi sonucu Meclis’e sunulmadı. Buna rağmen, tasarının öngördüğü cezalandırma pratiğinin fiilen uygulanmaya başlandığını görüyoruz. KaosGL.org’un erişime engellendiği gün, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun transların hormona erişimi için 21 yaş kısıtlaması getiren düzenlemesini de hatırlamak gerekir; bu da yasa tasarısında yer alan, cinsiyet uyum sürecine başlama yaşını 21’e çıkarma maddesinin pratikte yürürlüğe konulduğunu gösteriyor. KaosGL.org’un erişime engellenmesi de bu fiili uygulamaların bir parçası olarak ortaya çıkıyor. Yani, KaosGL.org’un erişime engellenmesi, gündeme gelen LGBTİ+ karşıtı yasa tasarısının henüz yasalaşmadan fiilen uygulanmaya başladığı zincirin bir halkası oldu.
Bizim bütün tarihimiz aslında sansür ve nefret politikalarına karşı, kendi hikayelerimizi anlatabilme mücadelesi. Kaos GL Dergisinin bir sayısının toplatıldığına ve derginin poşete girdiğine de şahit olduk; IŞİD tarafından tehdit de edildik; bulunduğumuz şehirdeki bütün LGBTİ+ etkinlikleri süresiz olarak yasaklandı da… Ancak KaosGL.org’un erişime engellenmesi, tüm bunları aşan bir milat maalesef. LGBTİ+ varoluşunu suçlulaştıran yasa tasarısı daha hayata geçmeden, bunu uygulamak anlamına geliyor.
KaosGL.org hem bir haber sitesi hem de LGBTİ+’ların kendi kimlikleri ile ilgili önyargılı olmayan bilgi ve deneyimlere ulaşabildiği az sayıdaki mecradan biri. Bu yanıyla devlet, LGBTİ+’lar kendilerine hakaret eden sözler dışında hiçbir söze erişemesin demiş oluyor.
Bu son sansür dalgası, geçmişte Kaos GL’nin yaşadığı baskı biçimlerinden nasıl ayrışıyor? Bugün karşımızdaki sansür, sence “daha incelmiş” bir baskı biçimi mi, yoksa açık bir yasaklama mı?
Nefret politikaları ve sansür, birbirlerinin aynadaki akisler gibi. Daha doğrusu, birbirlerinin yankıları diyebiliriz. Nefret politikaları, sansürün hiçbir çatlak bırakmayacak şekilde hayata geçerek, hedef aldığı grubun sessizleşmesini hedefliyor. Sansür ise, nefret politikaları ve söylemine daha fazla alan açabilmek için, nefretin hedefindeki grupları susturuyor. Mitolojideki kendi kuyruğunu yiyen yılan Ouroboros gibi düşünebiliriz. Fasit bir daire yaratıp, bu dairenin dışına çıkabilme ihtimalini yok ediyor. Nefrete güç verilirken, LGBTİ+’lar eş zamanlı olarak görünmezliğe ve sessizliğe itiliyor.
OHAL ile başlayan, OHAL sonrası olağanlaştırılan kamusal alana çıkarmama kararlılığı, ODTÜ örneğinde olduğu gibi genelden özele doğru ilerledi. En başta devletin merkezi olan Ankara’daki devlet erkanının “gözlerinin önünden uzaklaştırma” olarak okunabilir mi acaba diye düşünülen yasaklar, aşama aşama Türkiye’nin diğer illerindeki onur yürüyüşlerine sirayet etti, bugün Türkiye’de özgürce, polis baskısı veya yasaklar olmadan onur yürüyüşü yapılabilen bir il yok. Devlet, çocuk yetişkin demeden onur yürüyüşüne veya en azından bu konudaki basın açıklamasına katılan bütün LGBTİ+’ları, büyük bir “zevk”le göz altına alıyor, sanık sandalyesine oturtuyor.
“Barış İçin LGBTİ+ İnisiyatifi”ni kurma fikri nasıl ortaya çıktı? Bu inisiyatifi başlatmaya sizi iten toplumsal, politik ya da kişisel motivasyonlar nelerdi?
LGBTİ+ hareketinin barış mücadelesi ile yoldaşlık ilişkisi yeni değil. Hareketin ilk ortaya çıktığı 90’lı yıllardan beri toplumsal barış talebi var. Bu talep, “LGBTİ+’lara yönelik ilan edilmemiş savaşa da son” sloganı ve 2003 yılında yapılan “Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları Sempozyumu” ile ete kemiğe de büründü. ABD’nin Irak’ı işgal sürecinde de; Kürt halkına dönük saldırıların arttığı dönemlerde de LGBTİ+ hareketi hem sokakta hem de her alanda barışın sesini yükseltmenin sorumluluğu olduğu bilinciyle ilerledi.
Tam da 10 Ekim’de, Ankara katliamının yıldönümünde 9 şehirde ilan ettiğimiz bu inisiyatif; tarihsel mirası sahiplenen ancak onunla sınırlı kalmadan yürütülen süreçte de aktif sorumluluk üstlenmek isteyen bir çalışma. Meclis komisyonuna davet edilmesi için EMEP tarafından Kaos GL, GALADER ve HEVİ LGBTİ+’nın; DEM Parti tarafından da Kaos GL Genel Yayın Yönetmeni olmam hasebiyle benim önerilmem; ardından üç derneğin bir deklarasyon yayımlaması, bu deklarasyonun 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde tüm LGBTİ+ dernekleri tarafından sahiplenilmesi inisiyatifin öncü çalışmaları oldu. Ancak vurgulamak gerek; bu inisiyatif LGBTİ+ derneklerinin ilk çağrısı ile bir araya gelen LGBTİ+ aktivistlerinin bireysel katılımları ile oluşan bir sivil inisiyatif. Ve bu şekilde, barış mücadelesine omuz vermek isteyen herkesin katılabileceği bir politik hatla mücadeleyi sürdürüyoruz.
Barış İçin LGBTİ+ İnisiyatifi olarak, Türkiye’deki barış sürecine hem destekleyici hem de eleştirel bir yerden yaklaşıyoruz. Çünkü “barış” kelimesi bugün devlet ve iktidar açısından güvenlikçi bir kavramla daraltılmış durumda. Devletin “Terörsüz Türkiye” söylemi, barışı esasen bir “terörle mücadele” başarısı, yani askerî ve polisiye bir sonuç olarak çerçeveliyor. Bu yaklaşımda toplumsal adalet, eşitlik, demokratikleşme ve kimliklerin özgürce tanınması gibi boyutlar geri planda kalıyor. Kürt meselesine dair “sorun” ifadesi bile çoğu zaman toplumsal bir eşitlik sorunu olarak değil, teknik bir güvenlik meselesi olarak ele alınıyor.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin “Demokratik Toplum ve Barış Süreci” ifadesi, bu güvenlikçi çerçeveyi aşma potansiyeli taşıyor; çünkü katılımcı demokrasiyi, yerel özyönetimi, toplumsal eşitliği ve kimliklerin görünürlüğünü vurguluyor. Ancak güncel pratikte barış süreci, iktidarın Ortadoğu’daki dengeleri ve uluslararası meşruiyetini koruma çabalarıyla bağlantılı olarak, yeniden sınırlı bir alana sıkıştırılıyor. Devletin bu süreci, demokratikleşmeden ziyade meşruiyet kazanımının bir aracı olarak değerlendirdiğini gözlemliyoruz.
Bizler, barışı toplumun her kesiminin eşit yurttaşlık temelinde yaşam bulabildiği bir dönüşüm süreci olarak tanımlıyoruz. LGBTİ+’ların varoluşunun sürekli tehdit altında olduğu, Onur Yürüyüşlerinin yasaklandığı, “Nüfus ve Aile 10 Yılı” gibi heteronormatif politikaların yürürlüğe konduğu bir ülkede, devletin demokratikleştiğini söylemek mümkün değildir. Ancak, Kürt meselesine dair yürütülen müzakereler toplumsal dönüşümün kapısını aralayabilir. Bu noktada barışın, LGBTİ+’ları, kadınları ve tüm kimlikleri kapsayan bir demokratikleşme hattına evrilmesi için mücadele etmek gerekiyor.
11. Yargı Paketi taslağı özellikle “biyolojik cinsiyete aykırı davranışlar” gibi ibareler, LGBTİ+’ların yaşam hakkını ve ifade özgürlüğünü hedef alıyor. Bu maddeleri nasıl değerlendiriyorsun?
11. Yargı Paketi’nde önerilen değişiklikler aslında 10. Yargı Paketi’nde sokmaya çalıştıkları, şubat ayında Kaos GL’nin açığa çıkardığı taslağın daha da ağırlaştırılmış hali. Paket ‘hayasızca hareketler’ maddesine bir ek yaparak biyolojik cinsiyete ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışta bulunan kişi ve aynı zamanda bunu özendiren, teşvik eden kişilere bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası diyor. Bu doğrudan LGBTİ+’lara hapis cezası anlamına geliyor ve bu haliyle Rusya’daki LGBTİ+ yasağından daha da ağır bir durum ile karşı karşıyayız.
Pakette biyolojik cinsiyete aykırı tutum dedikleri çok belirsiz bir madde mevcut ama bunun genel ahlak açısından LGBTİ+’ları işaret ettiği çok açık. Daha genel yorumlandığımızda bu madde kısa saçlı bir kadının biyolojik cinsiyetine aykırı davrandığı sonucunu da, uzun saçlı bir erkeğin biyolojik cinsiyetine aykırı davrandığı sonucunu da çıkarabilir. Hatta ve hatta bir kadının pantolon giymesini de biyolojik cinsiyete aykırı bir tutum olarak görebilir. Evet ana hedef LGBTİ+ ama bunun üzerinden sadece LGBTİ+’ları değil bütün bir toplumu dizayn etmeye çalışan baskıcı bir zorbalık tasarısıyla karşı karşıyayız.
Yapılmak istenen temel haklar ve özgürlükleri elden almanın ötesinde bir grup insanı, doğuştan getirdikleri özelliklerinden dolayı insan dışı olarak tariflemektir. Devlet LGBTİ+’lara ya da biyolojik cinsiyete aykırı tutumun içerisinde LGBTİ+ olduğunu varsayarak kişileri hapse atarak nefret suçu işlemeye hazırlanıyor. Bunun önünde durmak lazım. Paket içeriğini aynı zamanda yürütülen barış sürecine büyük bir darbe vurmayı planlayan bir tür provokasyon girişimi olarak değerlendirmek lazım. Çünkü devlet böl ve yönet stratejisiyle toplumsal yapının eşit bir parçası olmak isteyen bir grubu suçlu ilan ederek demokratik toplumun oluşabilmesini engellemeye çalışıyor. Hiyerarşiyi, sömürü düzenini, gasp düzenini sürdürmeye çalışıyor. Haliyle bunu sürece karşı atılmış bir adım, süreci baltalamak, provoke etmek için atılmış bir adım olarak görmek ve ona uygun davranmak gerekiyor. Bu mesele LGBTİ+’ları hedef aldığı kadar toplumsal barışı, toplumsal eşitliği hedef alıyor.
Nasıl ki Kürt halkına dönük saldırılarda, Kürt halkına dönük imha ve inkar politikasında, sömürgeci yaklaşımların dönüp dolaşıp bumerang etkisiyle Türkiye’nin batısında da şiddeti doğurduğu tespitleri yapılıyorsa benzer bir şekilde LGBTİ+’lar şu anda bu toplumda baskı ve şiddetin laboratuvarına dönüştürülmüş durumda. Ve LGBTİ+’lara yapılan saldırılar bumerang etkisiyle dönüp dolaşıp toplumun geri kalanına da dönüyor. Bu hapis cezalarıyla bizler gireriz, yatarız, çıkarız. Ama çıktığımız memleket aynı memleket olmayacak. Çıktığımız memleket bütün bir toplumun köleleştirildiği, demokratik düzen ihtimalinin, demokratik toplum ihtimalinin yerle bir edildiği yer olacak.
Taslaktaki “ahlâk” ve “özendirme” gibi muğlak kavramların hukukta yer alması, uygulamada nasıl bir keyfilik doğurur sence?
Bu düzenlemelerin hayata geçmesi Türkiye’de doğrudan açık bir şekilde LGBTİ+’ların ve LGBTİ+ olmanın suç olarak tariflenmesi anlamına gelecek. İçerikte yayıncılık dünyasını, basının özgürlüğünü de ilgilendiren maddeler var. Teşvik etme adı altında medyaya, dijital platformlara, gazetelere de çeşitli cezalar uygulanması söz konusu olacak. Bu LGBTİ+’lara yönelik imha politikası demek. Devlet LGBTİ+’lar konusunda inkar politikasından çıkıp imha politikasına geçmiş durumda. Şu anda hapishanelere doldurmakla başlayıp bütün bir topluma korkuyu yaymayı hedefleyen, demokratik toplum düzenini kökünden dinamitleyen bir tasarı söz konusu.
Trans ve intersekslerin haklarını doğrudan etkileyen cinsiyet uyum süreci yaşının 25’e çıkarılması gibi maddeler, kimlik hakkı açısından ne ifade ediyor? Bu, bir tür “hukuki şiddet” olarak okunabilir mi?
18 yaşına geldiğinizde ehliyet alabiliyorsunuz. Oy kullanabiliyorsunuz. Her türlü eyleminizde özgür bir noktadasınız. Ama kendi bedeninizle ilgili bir tasarrufta bulunmak istediğinizde devlet bunu gasp ediyor. Devlet bu yargı paketiyle transların bedenini gasp etmek istiyor. İnterseksler yani doğuştan fizyolojik, biyolojik olarak cinsiyet çeşitliliğine sahip kişiler zaten çok küçük yaşlarda rıza dışı ameliyatlar yapılıyor. Ve bunu yapabilmeye devam etmek için bir istisna tanımlıyor. Yani devlet ‘Ben istediğim kişiye hiçbir rızası olmadan, zorla çocuk yaşta işkence anlamına gelecek ameliyatları yaparım. Ama sen bir yetişkin olarak kendi bedeninle ilgili kararı veremezsin’ diyor.
Yargı paketinde “ulaşım araçlarının hareketini engellemek” gibi maddeler, fiilen gösteri ve yürüyüş hakkını sınırlıyor. Sence bu tür düzenlemeler, LGBTİ+’lar açısından nasıl engeller yaratıyor?
Gösteri ve yürüyüş hakkı şu anda LGBTİ+’lar için zaten yok edilmiş durumda. Onur Yürüyüşleri yasaklanıyor, herhangi bir yürüyüşte gökkuşağı bayrağının yer alması dahi gözaltı sebebine dönüşüyor. Haliyle bu düzenleme bunu daha da ağırlaştıracak.
Feminist Çerçeve sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
