İranlı Kadın Örgütü Osyan ile Söyleştik

Osyan Kolektifi, 2010 yılında İran’da birkaç kadın tarafından yeraltında kurulan, feminist bir örgütlenme. İran İslam Cumhuriyeti’nin hem reformist hem de muhafazakâr kanatlarına karşı olduğu gibi, kapitalist-emperyalist sisteme de karşı duruyor. Kuruluşundan bu yana, kadın özgürleşmesini toplumsal dönüşümün merkezine koyan Osyan, baskıcı rejimlere ve emperyalist güçlere karşı bağımsız bir mücadele hattı örüyor. 2022’de Jîna (Mahsa Amini) isyanıyla uluslararası alanda da adını duyuran kolektif, kadınların direnişini “Kadın, Yaşam, Özgürlük” şiarıyla büyütmeye devam ediyor. Osyan Kolektifi ile söyleştik.

Öncelikle, okuyucularımızın sizi daha iyi tanıyabilmesi için kolektifinizden bahseder misiniz? Ne zaman ve hangi ihtiyaçlara cevap olarak kuruldunuz?

Osyan kolektifi, İran’da 2010 yılında birkaç kadın tarafından yeraltı örgütü olarak kuruldu. Bu, 2009 cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası yaşanan ve yaygın seçim hilesi iddialarına karşı gelişen Yeşil Hareket’in hemen ardından gerçekleşti. Osyan, bir kadın kolektifi olarak kadın özgürleşmesini hedefliyordu ve bu hedefin hangi çerçevede mümkün olduğunu baştan itibaren netleştirmek zorundaydık. Bu yüzden Osyan, kurulduğu andan itibaren hem İran İslam Cumhuriyeti’nin reformist ve muhafazakâr kanatlarına karşı olduğunu hem de küresel egemenlik, sömürü ve baskı sistemi olarak kapitalist emperyalizme karşı olduğunu ilan etti. İran içinde gerici rejimi ve emperyalist destekli alternatifleri reddeden radikal bir kadın sesine ihtiyaç olduğunu gördük.

İran’da tüm baskılara rağmen her zaman örgütlü ve aktif bir kadın hareketi oldu. Ancak 2022’de Ahlak Polisi tarafından Mahsa Amini’nin öldürülmesinden sonra bu mücadelede ciddi bir yükseliş yaşandı. İran’da başlayıp dünyaya yayılan bu direnişin ardından ne tür kazanımlar elde edildi?

Kadınların bugünkü rejime karşı mücadelesi, İslam Cumhuriyeti’nin iktidara gelmesinden yalnızca bir ay sonra, 8 Mart 1979’da başladı. Çünkü kadınlar, Humeyni’nin zorunlu başörtüsü emrine hedef olan ilk toplumsal gruptu. O tarihten bu yana, her kuşak farklı biçimlerde mücadeleyi sürdürdü ve bu mücadele, Jîna (Mahsa Amini) isyanı ile birlikte bir dönüm noktasına ulaştı. “Jin, jiyan, azadî” sloganıyla sembolleşen bu büyük isyan, İran’da ve dünyada birçok cesur kadının ve müttefinin katılımıyla, rejimin en temel ideolojik sütunlarından biri olan zorunlu başörtüsünden geri adım atmasına neden oldu.

Zorunlu başörtüsü yalnızca saçları örten bir bez parçası değil; kadınları ikinci cins ve aşağı varlıklar olarak tutmanın, dolayısıyla tüm toplumu kontrol altında tutmanın bir sembolüdür. Bu sembol 2022 ve 2023’te kitlesel olarak yakıldı. Rejim hareketi ağır baskılarla bastırmış olsa da artık kadınları ve bedenlerini eskisi gibi kontrol edemiyor. Hâlâ İran sokaklarında istediğini giyerek dolaşmak büyük cesaret gerektiriyor ama kadınlar bu mücadeleyi her gün sürdürüyor: Sevdiklerini kaybetmiş, hayatını riske atmış bu insanlar artık “geri dönüş yok” diyor.

13 Haziran’da başlayan ve 24 Haziran’da sona eren İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, kadınların yaşamlarını daha da olumsuz etkiledi. Bu savaş koşullarında neler yaşadınız? Ne tür mücadele ve dayanışma pratikleri geliştirdiniz?

Bu 12 günlük savaş, İsrail/ABD tarafından İran’a karşı başlatılan haksız bir saldırı ve askeri işgaldir. Amaçları, İran’ı “Yeni Orta Doğu düzenine” boyun eğdirmekti. Bu proje, 7 Ekim’de Filistin’de bir soykırımla başladı, Lübnan’a saldırılarla, Suriye’de rejim değişikliği ile ve nihayetinde İran’ın gücünü zayıflatmakla sürdü.

Biz İranlı kadınlar olarak biliyoruz ki, böylesi bir emperyalist savaş ya da İsrail bombalarıyla dayatılan bir rejim değişikliği bizi asla özgürleştiremez. Bizler, İran İslam Cumhuriyeti’ni kendimiz devirmek istiyoruz ve buna muktediriz. Bu savaş ve sürekli tehditler sadece hayatlarımızı yok etti ve bizi hiçleştirdi. İran, İsrail ve ABD’deki egemen sınıflar savaşlarını ve anlaşmalarını bizim adımıza, ama bizsiz yapıyor; bizi haklarımızdan ve gücümüzden mahrum bırakıyor. Bu dönemde birçok kadın kendini güçsüz ve geleceğini değiştirmekten aciz hissetti. Bizim temel odağımız ise Jîna isyanında gösterdiğimiz gücü hatırlatmak, savaş zamanlarında birbirimizi koruyacak dayanışma ağları oluşturmak oldu çünkü devlet sivilleri korumak adına hiçbir şey yapmadı.

Mahsa Amini protestolarında öne çıkan “Jin, Jiyan, Azadî” (Kadın, Yaşam, Özgürlük) sloganı, İranlı kadınların direnişinin sembolü haline geldi. Netanyahu’nun bu sloganı İran halkına hitaben kullanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Netanyahu bu sloganı kullandığında Osyan olarak şöyle yazdık: “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hiçbir canavarın ağzına sığmaz. O, Farsça bu sözleri söylerken işgalci ordusu kadınları ve çocukları bombalayıp öldürmekte, binlerce kişiyi yerinden etmekteydi. Üstelik işgal edilen evlerde kadın kıyafetleri giyip kadınları aşağılamak ve iftiraya uğratmak için fotoğraflar çekiyorlardı. Bizim Kadın, Yaşam, Özgürlük mücadelemizin bu açık faşizm ve kadın düşmanlığıyla hiçbir ilgisi yoktur.

Netanyahu’dan Trump’a kadar bu gerici ve suç dolu güçlere, İran halkını kandırarak savaş ve işgallerine zemin açma izni veren herkes; öfkelenmeyen ve buna tepki göstermeyen herkes; İslam Cumhuriyeti’nin ancak İsrail’in yardımıyla yıkılabileceği gibi bir hayale kapılan herkes bilsin ki kadınların düşmanına kapı açıyor. Kadın, Yaşam, Özgürlük bayrağını faşistlerin eline bırakmayacağız, tıpkı Filistin özgürlük bayrağını da İslamcı gericilerin eline bırakmayacağımız gibi! Kadın, yaşam, özgürlük uğruna dökülen kan, işgalcilerin yeni katliamları için araç haline getirilemez. Kadınların ve halkların özgürlüğü mücadelesi, faşizme ve onu üreten sisteme karşı mücadeleyle zorunlu olarak iç içedir.

8 Mart 2025’te “Kadınlara Karşı Savaş, Savaşa Karşı Kadınlar” başlıklı bir bildiri yayınladınız. Bu bildiride baskıcı rejimlere ve emperyalist güçlere karşı ortak örgütlenme çağrısı yapıyorsunuz. Bu bildiriyi biraz daha ayrıntılı anlatır mısınız?

Bu bildiri, kolektifimizin yaklaşan korkunç gelişmeleri öngörerek kadınları hazırlıklı olmaya çağırdığı önemli ve keskin bir analizdi. Bildiride şöyle dedik: “Halkımızın yaşamı hem İran İslam Cumhuriyeti’nin infazlarıyla hem de emperyalist ve gerici savaşlarla tehdit altında! Kadınlar hem İran’daki egemen sınıf hem de küresel kapitalizmin başındaki faşist sınıflar tarafından tehdit ediliyor!” Bugün içinde yaşadığımız sistemde savaş ve ataerki ayrılmaz unsurlardır ve kriz zamanlarında bu iki unsur birlikte şiddetlenir.

Gerçeğe sadık kalmalıyız ve gerçek şu ki, bu baskıcı rejimlerin ve emperyalist güçlerin hiçbirisi ortak geleceğimiz için olumlu bir şey vaat etmiyor. Her zaman bir tarafı diğerine karşı destekleyen dar pragmatik yaklaşımları terk etmeliyiz. Kendi bağımsız yolumuzu yaratmalıyız. Çünkü kadınların baskılanması kapitalist sistemin dokusuna öylesine derinden işlemiştir ki, bu eski düzen sadece kudurmuş bir ataerkiyle sürdürülebilir. Ataerkiye karşı mücadele, bu sistemi kökünden sökme potansiyeline sahiptir. Bugünün küresel kriz koşullarında kadınlar, insanlığın özgürleştirici gücüne dönüşmeli; yalnızca tek bir alanda değil, her alanda savaşanlara dönüşmelidir.

Bildiri, hem baskıcı rejimlerle hem de emperyalist güçlerle mücadele etmenin önemini vurguluyor. Pratikte siz de böyle bir süreçten geçiyorsunuz. İsrail’le yaşanan son çatışmalarda toplumsal muhalefet, sosyalistler ve kadın hareketi nasıl tepki verdi? Bu süreci nasıl yürüttünüz?

Savaş sırasında pek çok ilerici birey ve örgütün hem savaşı kınadığını hem de “İslam Cumhuriyeti ile ulusal birlik” söylemine düşmeden hareket ettiğini gördük. Yazarlar derneklerinden feminist gruplara, işçi örgütlerinden sosyalist ve komünist partilere kadar birçok çevre sesini yükseltti. Bu çok önemliydi ve hâlâ daha da büyütülmesi, daha örgütlü bir şekle kavuşması gerekiyor.

Ancak daha fazlası da yapılmalı: Eğer İslam Cumhuriyeti’ni istemiyorsak ve emperyalist alternatifleri (monarşistler ya da Mücahitler gibi) de istemiyorsak, o zaman ne istiyoruz? Nasıl bir toplum kurmak istiyoruz? Bu toplumun özellikleri ne olmalı? Böyle bir toplumu nasıl yaratabiliriz? Osyan olarak bu sorular etrafında bir tartışma ağı oluşturmaya çalışıyor ve bu güçleri bir araya getirmek için adım atıyoruz.

Yakın zamanda İran Parlamentosu, “casusluk ve işbirliği” ile ilgili 9 maddelik bir yasa çıkardı. Bu yasa uyarınca yabancı medyaya görüntü göndermek suç sayılıyor. Bu yasayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerçek şu ki, Mossad İran İslam Cumhuriyeti’nin askeri ve güvenlik kurumlarının en üst düzeylerine sızmış durumda ve bu, 12 günlük savaşta açıkça ortaya çıktı. Bu güvenlik yenilgisinin ardından rejim, otoritesini yeniden kurmak için bu yasayı ve benzer baskıcı uygulamaları gündeme getirdi. Aynı zamanda “casus” etiketiyle Afgan göçmenlere karşı da yeni bir faşist saldırı başlatıldı. Bu etiket o kadar absürt ki kimsenin buna inanması mümkün değil.

Artık bu yasa kapsamında ifade özgürlüğünü kullanan herkes daha ağır cezalarla karşı karşıya kalacak. Bu, rejimin kendini içeride bile koruyamadığının açık bir göstergesi. Egemen sınıf içinde büyük çatlaklar var ve hükümet bu iç krizleri halka yansıtmak istiyor. Bu nedenle şu anda en önemli mücadele alanlarımızdan biri, süren baskıya karşı durmak ve tüm siyasi tutsakların derhal serbest bırakılması için çalışmak.

Ortadoğulu kadınlar olarak bizler de emperyalist güçlere, faşist rejimlere ve ataerkiye karşı benzer süreçlerden geçiyoruz. Türkiye’deki kadınlara iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Gerçekten inanıyoruz ki mücadelemiz ortaktır ve kaderlerimiz birbirine bağlıdır. Sizin mücadelenizi yakından takip etmeye ve ondan öğrenmeye çalışıyoruz. Kendi mücadelemizi de sizinle paylaşmaya her zaman hazırız. Şu an çok kritik bir dönemden geçiyoruz; hem bölgemiz hem de dünya çapında köklü değişimler yaratma potansiyeline sahip bir dönem.

Tavizsiz olalım! Ufkumuzu daraltmayalım! Eksik bir özgürlükle yetinmeyelim! Kadın özgürlüğü için haykırışlarımızla hükümetleri sarsalım! “Gerçekçi olalım, imkânsızı isteyelim” çünkü bugün bu, her zamankinden daha mümkün!


Feminist Çerçeve sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın