Feminist İçerik Üreticisi Aylak Damla ile Söyleştik

Aylak Damla, YouTube’da video makaleler yayınlayan feminist bir içerik üreticisi. Kanalında popüler kültür ve gündeme dair konuları feminist teoriyle çözümleyerek derinlikli içerikler sunuyor.
Sevgili Damla ile dijitalleşmenin feminist hareket için önemini, internet algoritmalarını ve feminist içerik üreticisi olmanın imkân ve sınırlarını konuştuk.

Merhaba Damla nasılsın? Bize kendinden bahsedebilir misin?

Merhaba! Davetiniz için teşekkür ederim. Hacettepe Üniversitesi’nde çevirmenlik lisansında, sonra kültürel çalışmalar ve medya yüksek lisans programında okudum. Yaklaşık bir buçuk yıldır içerik üreticisiyim. “Aylak Damla” adlı YouTube kanalımda popüler kültür, medya ve güncel olaylar üzerine feminist perspektiften video makaleler yayınlıyorum.

Seni Youtube’de çektiğin videolarla tanımaya başldık. Aslında sanal dünya her yönüyle çokça konuşulup tartışılabilecek bir alan ve elbette erkek egemen ama sen çektiğin videolarla feminist bir perspektif sunuyorsun izleyicilerine. Buna nasıl karar verdin, seni feminist içerik üreticisi olma fikrine iten şey neydi?

Dijitalleşme konusunda önümüzde hala çok engel var. Bir kere, teknoloji şirketlerinin yürüttüğü dijital politika; algoritmalarla, trollerle, sansürle, erişim engeliyle alternatif sesleri, marjinalleştirilen toplulukları dijitalde etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Diğer yandan sivil toplum kuruluşlarının dijital alanda profesyonelleşmesi, sürekli ve örgütlü bir biçimde içerik üretmesi, bu alanda çalışan kişilere emeğinin karşılığı verebilmesi, erişilebilir eğitimlerle ve ekipmanlarla içerik üreticileri desteklemesi gerekiyor. Kolektif anlamda dijitalleşmenin henüz çok başındayız. Ama ne olursa olsun, bireysel olarak feministlerin dijitalde giderek daha kalabalık şekilde seslerini yükselttiği bir dönemdeyiz. Artık sadece hashtag kampanyalarından bahsetmiyoruz, ki onlar da çok etkili, aynı zamanda feminist düşünceyi video ve podcastlerle yaymak, feminist bir dijital alan yaratmak daha da önemli bir hale geldi. Özellikle de kadın ve LGBTİQ+ düşmanlığının dijitalde yeni kanallar bulduğu böyle bir dönemde.


Beni bu içerikleri üretmeye iten şey, dijital alandaki feminist teori eksikliğiydi. Yüksek lisans yıllarımda ilişkilendiğim feminist çevrelerdeki tartışmalar, bilgi ve deneyim aktarımı benim için epey dönüştürücüydü. 2017 yılından beri, ‘Nasıl yaparız da, bu değerli konuşmalar bir toplantı salonunda ya da Zoom’daki kapalı bir odada değil de, isteyen herkesin ulaşabileceği, dinleyebileceği, katılabileceği, aynı zamanda arşivlenebileceği bir platformda yapılabilir?’ diye düşünüyorum. Aynı zamanda kendimi ifade edebileceğim, akademi dışında, daha özgür bir alan arıyordum. Hem bir sorumluluk duygusuyla hem de yaratıcı bir merakla, neredeyse hiçbir şey bilmeden, epey amatör bir şekilde atıldım bu alana. İki arkadaşımla başladığımız ve Türkiye’deki ilk feminist podcast olan “Deli Asiye”, dijitale ilk adımım oldu. Benim için güvenli bir alandı ve çok şey öğreten bir başlangıçtı fakat sürekliliği olamadı. Pandemi döneminde yurt dışındaki YouTuber’ların; ContraPoints, Alice Cappelle, Mina Le gibi kanalların video makalelerini keşfettim. Bu format, akademiyle sosyal medya arasında köprü kuran, YouTube’u derinleştiren, içerik üreticiyi bireysel yorumlardan kurtaran bir format. YouTube Türkiye’nin bu formata çok aç bırakıldığını düşünüyorum. Bu yoldan gitmeyi seçtim ben de. Ancak bir takma isimle olsa da, video içeriği üretmek ve bunları herkesin ulaşabileceği bir platformda yayınlamak benim için hiç kolay olmadı. Akademiden gelen ve eleştirel teoriden beslenen biri olarak, politik doğruculuğun ve akademik çevrelerin yöneltebileceği dışlayıcı eleştirilerden korktum. “Ya yanlış bir şey söylersem?” korkusunu aşmam iki yılımı aldı. Postyapısalcılığın ve queer teorinin bulanıklaştırdığı bir ortamda, akademinin kısır iletişiminden çıkarak net bir söylem üretmek; bunu yaparken yüzeysel kalmamak ve bilimsel bilgiyle hareket etmek hala üzerine çalıştığım bir şey.

İçeriklerin genelde sosyal medyada karşımıza çıkan içeriklerden daha farklı, daha uzun, daha detaylı. 30 saniye, 1 dakika arası hızlı bilgi bombardımanı değil. Bunun avantajları veya dezavantajları nelerdir? Sen kimlere ulaşmayı hedefliyorsun bu içeriklerle?


Evet, içeriklerim hızlı tüketilen içerik mantığından biraz daha farklı. Bu bilinçli bir tercih. YouTube’a içerik üretmeye başlarken algoritmanın “hızlı, kolay, eğlenceli” olanı öne çıkardığını biliyordum ama ben başka bir tür dikkat talep eden bir şey yapmayı tercih ettim. Çünkü bazı konuları anlamak zaman istiyor. Doğru ya dayanlışın arasındaki grilikleri görmek için saf bilgi yetmez, onu içselleştirmek lazım. Cinsiyet, medya, kültür, temsil, sınıf gibi meseleleri 30 saniyeye sığdırmak mümkün değil. Daha da önemlisi, sığdırmamalıyız.


Avantajı şu; düşünmeye alan açıyor. Otuz saniyeye sıkıştırılamayacak konuları derinlemesine ele alabiliyorum. Bu da daha kalıcı, daha dönüştürücü bir etki yaratıyor.

Bunun dezavantajı elbette var. Çok daha fazla emek vermem gerekiyor. Videolarımın biçimsel yapısı kadar, kuramsal çerçevesi de benim için çok önemli. Anlattığım meseleleri yalnızca kişisel gözlemler üzerinden değil; feminist teori, kültürel çalışmalar ve medya çalışmaları gibi alanlarda üretilmiş düşünsel birikime dayanarak ele alıyorum. Çünkü gündelik hayatın sıradan görünen şeyleri -bir dizi sahnesi, bir filmdeki kadın temsili, sosyal medyada dönen bir güzellik trendi-aslında çok katmanlı yapılarla örülü. Bunları deşmek için elimde sağlam bir kuramsal çerçevenin olması bana güç veriyor.

Ama bunu “teorik bilgi veriyorum” gibi yukarıdan bir yerden değil, birlikte düşünelim diye yapıyorum. Bilgiyi hiyerarşik değil, paylaşılabilir bir şey olarak kurmak istiyorum. Fakat sosyal medya algoritmaları bu tarz içerikleri pek sevmez. Daha az kişiye ulaşıyor olabilirim, algoritma beni önermeyebilir, bazı izleyiciler “çok uzun”, “ağır” diyebilir. Ama diğer tarafta bambaşka bir şey oluyor: İçeriği gerçekten merak eden, düşünen, tartışmak isteyen bir izleyiciyle buluşuyorum. Bu bence sayıdan daha kıymetli.


Ama ben zaten herkese ulaşmaya çalışmıyorum. Düşünen, sorgulayan, sabırlı bir izleyiciye hitap ediyorum. Videolarımı “herkese hitap etmeli” kaygısıyla değil “birilerinin zihninde bir şey başlatmalı” niyetiyle hazırlıyorum. Feminist teoriye ilgi duyanlar kadar, ilk kez bu bakış açısıyla tanışanları da hedefliyorum. Popüler kültürü, medyayı eleştirel gözle okumak isteyenleri, ana akım anlatılardan tatmin olmayanları, konu üzerine yapılmış akademik çalışmaları duymak isteyenleri hedefliyorum. Özellikle de fikirlerinde kendini yalnız hisseden, “Kimse bunu konuşmuyor,” diyen kadınlara, queerlere ulaşmak istiyorum. Bu kanal bir tür dijital dayanışma alanı aynı zamanda.

İnternet algoritması çok karmaşıklaşabilen bir konu ve erkek egemen bir alan olduğu için yine egemen söylemlerin çok daha yoğun bi şekilde yaygınlaştığını görüyoruz siz de “İnternet kimin elinde?” videonuzda bu konuya değiniyorsunuz. Bu algoritmanın sizi, zaten sizi dinleyen insanlara sunup bir alan daraltması yarattığını düşünüyor musunuz?

Evet, kesinlikle böyle bir daraltma etkisi var. Algoritma dediğimiz şey politik bir mekanizma. Kime ne gösterileceğini, hangi içeriklerin daha fazla yayılacağını belirliyor ve bunu çoğu zaman belli kalıplar üzerinden yapıyor. Bir olayı bağlamıyla birlikte ele almadan hızlıca yargıda bulunan, bunu eğlenceli, kolay tüketilen bir formatta yapan, özellikle de insanları ikiye bölen, drama yaratan içerikler öne çıkıyor. Dolayısıyla alternatif ya da eleştirel bakış açıları; özellikle feminist, queer, antikapitalist içerikler ya algoritmanın dışında kalıyor ya da zaten seni takip edenlerle sınırlı bir döngüde dolaşıyor.

“İnternet kimin elinde?” videosunda da tam olarak bunu konuşuyordum aslında. Dijital alan görünüşte çok demokratik gibi. Herkes konuşabiliyor, içerik üretebiliyor, sesini duyurabiliyor gibi gözüküyor. Ama o sesler ne kadar uzağa gidiyor, kimlere ulaşabiliyor? Orada ciddi bir eşitsizlik var. Ama bu eşitsizlik sadece algoritmaların yarattığı bir şey değil; bu çok katmanlı bir sorun. Dünyada genel olarak dijital aktivizm için desteklenen ve etkileşimi yüksek gruplar, muhafazakar gruplar. Bu noktada devlet ve sivil toplum desteğini, kendi iç politikalarımızı, dijitalde profesyonelleşme imkanlarımızı sorgulamamız gerekiyor.

Eleştirel içerik üretenler bu kısıtlı alanda elbette çok daha fazla emek sömürüsüne maruz kalıyor. Zaten sürekli daha fazla üretmen, daha çok etkileşim alman, kendini “optimize etmen” bekleniyor. Bir de bunun üstüne içeriklerine bambaşka bir mesai ayırman gerekiyor. Hem etkileşim sağlamaya hem de eleştirdiğin sistemi yeniden üretmemeye çalışıyorsun. Tam bir paradoks. Ben bu çelişkiyle mücadele halindeyim. Hem bu mecrayı kullanarak konuşuyorum hem de bu mecra beni sınırlıyor. Ama yine de şu fikre tutunuyorum: Oluşan küçük ama yoğun izleyici toplulukları bir tür dijital feminist kamusallık yaratıyor. Bu mikro-topluluklar, alternatif medya üretimi için umut verici. Kanalımın ivmesini, oluşturduğumuz topluluğu ve açılan yeni kanalları gördükçe umudum ve motivasyonum artıyor.

Dijital alanın da artık kamusal alan olduğunu ifade ediyorsunuz bazı videolarınızda ve dijital feminizmin gelişimi hepimizin gözleri önünde gerçekleşti. Feministler olarak bu yeni kamusal alanı kullanım açısından hala eksiklerimiz fazlasıyla var ama hem sokakta ısrar ederken hem de dijital alanları nasıl kullanabiliriz/kullanmalıyız sizce?


Evet, artık dijital alan sadece içerik tükettiğimiz değil; bir araya geldiğimiz, söz ürettiğimiz, tartıştığımız ve direndiğimiz bir kamusal alan haline geldi. Ama bu alanı ne kadar sahiplenebiliyoruz, orası hâlâ tartışmalı. Feministler olarak sokakta güçlü bir hafızamız, pratiğimiz var; ama dijitalde aynı refleksi üretmekte hâlâ eksiklerimiz var diyebilirim.

Dijital alan hâlâ çok kırılgan, geçici ve filtreli bir zemin. Sokakta kurulan mücadele bağları gibi dayanıklı değil. Ama bu, onun değersiz olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine, dijital alanları; sokağın sürekliliğini kurduğumuz, fikirleri dolaşıma soktuğumuz, birbirimizi bulduğumuz, görünür olduğumuz mecralar olarak düşünmemiz gerekiyor. Sokağın tek başına yetmediği bir çağdayız artık. Dijital alanı küçümseyerek değil, dönüştürerek kullanmamız gerekiyor.

Ama burada kritik bir şey var: dijital alanda görünür olmak, her zaman politik olarak var olmak anlamına gelmiyor. Görünürlükle yetinmek tehlikeli. Bu yüzden dijital feminizmin sadece içerik üretmekten ibaret olmadığını hatırlamalıyız. Platform politikaları, algoritmalar, dijital şiddet biçimleri, veri politikaları, yapay zekanın yeniden ürettiği toplumsal cinsiyet normları… Bunların hepsi feminist mücadelenin parçası olmalı.

Alternatif içerik üretmek isteyenlerle kurduğum temaslarda önümüzdeki en büyük engelin para ve zaman olduğunu görüyorum. Dijital aktivistlere, STK’larda çalışanlara yönelik ciddi bir emek sömürüsü söz konusu. Sosyal medya içerik üretimi çoğu zaman “gençler iyi bilir” denilerek gönüllülere havale ediliyor. Ama bu iş tasarımdan montaja, metin yazarlığı ve dijital pazarlamaya kadar ciddi bir mesai ve uzmanlık istiyor. Bu emeğin görünür ve karşılığı olan bir şeye dönüşmesi şart. Bireysel olarak bakarsak, içerik üretmek için gerekli kaynaklara kim sahipse, o kişilerin sesini duyuyoruz. Zaten sosyal medyadan uzun bir süre kendinizi geçindirecek kadar para kazanamıyorsunuz, hiçbir zaman “yeterli” bir miktar kazanıp kazanmayacağınız bile bir muamma. Yeterli kaynağa sahip olamayanlar ek iş yapmak durumunda kalıyor, bu da bir süre sonra insanın tükenmesine, yalnızlaşmasına ve en nihayetinde vazgeçmesine sebep oluyor. Dolayısıyla dijital aktivizmi, içerik üretimini profesyonel bir iş olarak görmeye başlamalıyız. Sermaye ve fon süreçlerine en üst sıralarda dahil etmeliyiz.


Dijital teknolojiye erişim, sanıldığı gibi sadece “internete bağlanmak” meselesi değil. Kadınlar, queer bireyler, özellikle düşük gelirli gruplar için bu erişim hâlâ sınırlı. Ve bu sınırlılık yalnızca teknik değil, toplumsal ve kültürel olarak dışlanma. Dijital şiddet, linç korkusu ve yetersizlik duygusu bu kesimlere daha çok yükleniyor.


Kimi zaman kendi iç tartışmalarımız, akademik elitizm ve queer ve postyapısalcı kuramın alanı bulanıklaştırması bizi konuşmaktan bile men edebiliyor. Politik doğruculuğun uç halleri, yaşam tarzı siyaseti bizden kusursuz feminist özneler beklentisi yaratıyor. Böyle bir ortam birçok feministin sesini kısmaya yetiyor. Biz birbirimizden en doğru, en kapsayıcı, en kuramsal içeriği beklerken; algoritma o sırada kadın düşmanı, LGBTİQ+ düşmanı videoları viral yapıyor. O yüzden mükemmeli beklemek yerine, samimi olanı üretmek gerekiyor. Hatalı olabiliriz ama susarak hiç olmuyor. Dijitalin doğasında güncellenebilirlik, esneklik var. O yüzden feminist içerik üreticilerinin bu alana adım atmalarını, eleştiriden korkmadan üretmelerini çok önemsiyorum. Özellikle de YouTube’da.


Bu yüzden medya okuryazarlığını güçlendiren, erişimi demokratikleştiren, özellikle de yerel örgütlenmeleri kapsayan eğitimler ve dayanışma ağları kurulmalı. Bu konuda Latin Amerika’daki dijital ağları örnek verebilirim. Son olarak dijital aktivizme yönelik ulaşılabilir eğitimlerin ve finansal desteklerin önemini vurgulamak istiyorum. Eril söylemin giderek etki alanını artırdığı dijital dünyayı dönüştürmek için bunlar hayati.

Son olarak feminist harekete neler söylemek istersiniz?

Bugün gençlerin feminizmle ilk temas alanı, çoğunlukla sosyal medya. Feminizmin sesi dijitalde güçlenerek ve çeşitlenerek yükseliyor. Bu alanda kolektif hafızamızı yaratıyor, üretiyor, var oluyoruz. Feminist değerleri dijitale taşırken üretim biçimlerini sorgulamak, yeni anlatılar kurmak; eğlenceli, esnek, anlaşılır bir dil kurmaktan korkmamak çok önemli. Umarım hareket, bu alandaki potansiyelin farkına daha çok varır. Feminizmin kendini sürekli gözden geçirebilme gücüne güveniyorum.


Feminist Çerçeve sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın