Alevler ve Dalgalar: Kadınların Hikayesini Yeniden Yazmak

Nihal Ağaoğulları

Sinemada bakış, yalnızca bir çerçeveleme tekniği değil, aynı zamanda gücün ve temsilin de bir göstergesidir. Geleneksel anlatılarda kadın, genellikle erkeğin gözünden, onun arzularına hitap edecek şekilde sunulurken feminist sinema bu bakışı tersine çevirir. Céline Sciamma’nın Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi, bakışın kime ait olduğunu ve kimin nasıl görüldüğünü yeniden şekillendirerek, kadınların hem bakan hem de bakılan olduğu bir dünya kurar.

Film, iki zıt elementin yani ateş ve suyun karakterlerle özdeşleşerek anlatıya yön verdiği güçlü bir görsel anlatıya sahiptir. Marianne’in yolculuğu, dalgalar arasında başlar. Kayıkla adaya ulaşırken denize düşen sandığını kurtarmak için suya atlar. Bu sandık, boş tuvaller içerir ve Marianne’in sanat yoluyla yaratacağı dünyayı simgeler. Héloïse ise denizle bağını ilk sahnesinden itibaren belli eder. Onu ilk kez koyu mavi bir pelerin içinde, uçuruma doğru koşarken görürüz. Özgürlüğe kaçma isteği, denizle kurduğu ilişkide şekillenir.

Ancak Marianne’in dünyasında ateş baskındır. Odasında yanan şömine, kırmızı elbisesi ve alevlerin sıcaklığı, onun iç dünyasının ve tutkularının bir yansımasıdır. Héloïse’nin mavi elbisesinin alev alması ise onun üzerindeki baskının bir metaforudur. Film, suyun ve ateşin bir arada var olma çabasını, iki kadın arasındaki duygusal bağ ile özdeşleştirir.

Bakış, filmde yalnızca bir gözlem süreci değil, bir güç ilişkisi ve hatırlamanın bir yolu olarak işlenir. Marianne, Héloïse’yi doğrudan resmedemez. Onun yüz hatlarını, el hareketlerini, ifadesini hafızasına kazımak zorundadır. Ama film ilerledikçe bu bakış tek yönlü olmaktan çıkar. Héloïse de Marianne’i izler, onu gözlemler. Héloïse, “Beni düşündün mü?” diye soran Marianne’e “Düşlemedim, düşündüm.” diye cevap verir. Düşlemek, geçici bir anı yaratır, düşünmek ise kalıcıdır. Böylece, bakış bir nesneleştirme aracından çok, karşılıklı bir var olma biçimine dönüşür.

Bu karşılıklı bakış, sinematografik olarak aynalarla ve yansımalarla güçlendirilir. Héloïse’nin vücuduna tutturulmuş aynada Marianne’in yüzünün yansıması, iki karakterin birbirine karıştığı, birbirini var ettiği anlardan biridir.

Héloïse’nin annesi, filmde ataerkil toplumun temsilidir. Onun varlığı, geleneksel kuralları ve kadınların yazgısını belirleyen bir otoriteyi simgeler. Marianne’in çizdiği ilk portre, annenin ve toplumun beklentilerine uygun olmalıdır. Ama Héloïse portreye bakınca sorar: “Beni böyle mi görüyorsun?” Marianne’in cevabı, onun hâlâ kurallara bağlı bir sanatçı olduğunu gösterir.

Filmin kırılma anlarından biri, Marianne’in yaptığı portreyi silmesiyle gerçekleşir. Kadınları sanat yoluyla hapsetmeye çalışan ataerkil bakış, ancak sanatçının özgürleşmesiyle kırılabilir. Marianne, Héloïse’yi gerçekten gördüğünde, onun yalnızca bir figür değil, bir özne olduğunu kabul ettiğinde gerçek portresini çizebilir.

Film boyunca müzik, yalnızca bir arka plan öğesi değil, aynı zamanda kadınların birlikte var olma biçimlerinden biri olarak karşımıza çıkar. En etkileyici sahnelerden biri, kadınların ateşin etrafında toplanarak Latince bir şarkı söyledikleri andır. “Fugere non possum” (Kaçamam) sözleri, onların içinde bulundukları dünyadan kaçamayacaklarını, ancak birbirlerine tutunarak var olabileceklerini gösterir.

Benzer şekilde, Sophie’nin kürtaj sahnesi, ataerkil toplumun kadınlar üzerindeki baskısını görünür kılar. Bu sahnede Héloïse, Marianne’e bakmasını söyler. Bakmak, bir şeyi gerçek kılmaktır. Tanıklık etmek, dayanışmanın en güçlü biçimlerinden biridir.

Filmde Orpheus ve Eurydice mitine yapılan gönderme, hikayenin temelini oluşturan bakışın anlamını daha da derinleştirir. Orpheus, Eurydice’yi kurtarmak için yeraltından çıkarırken dönüp ona bakar ve onu sonsuza kadar kaybeder. Bu, geleneksel anlatıda bir erkek kahramanın kaçınılmaz trajedisidir.

Ama film bu miti yeniden yorumlar. “Belki de Eurydice, ‘Dön!’ dedi” diyen Héloïse, kadınların kendi kaderini belirleme hakkını savunur. Filmde bu sahne, Héloïse’nin Marianne’e “Dön!” diye seslenmesiyle doğrudan yankı bulur. Marianne dönüp baktığında, Héloïse artık bir hatıraya dönüşmüştür. Bu, onların aşkının yalnızca yaşanmış bir an değil, hafızada var olmaya devam eden bir gerçeklik olduğunun kanıtıdır.

Film, anılar, sanat ve kayıp üzerine kurulu bir anlatıdır. Marianne, yıllar sonra bir sergide Héloïse’nin portresini görür. Portrede dikkat çeken detay ise Héloïse’nin elinde tuttuğu kitaptır. Sayfa 28 açıktır, bu Marianne’in Héloïse için çizdiği küçük eskizdir.

Ancak en sarsıcı an, opera salonunda gerçekleşir. Marianne, kalabalığın arasında Héloïse’yi görür. Héloïse gözlerini kapatmış, Vivaldi’nin Yaz bölümünü dinlemektedir. Marianne ona bakar. Héloïse onu görmez.

Film, burada bir kez daha bakışın anlamını sorgular. İlk başta, Marianne bakıyordu ve Héloïse bakılan kişiydi. Sonra ikisi de birbirini görmeye başladı. Ama finalde, yalnızca Marianne bakar. Héloïse artık ona bakmaz. O, yalnızca müziğe, geçmişe ve hatıralara teslim olmuştur. Ama bu, onların hikâyesinin bittiği anlamına gelmez.

Çünkü hatırlamak, bir var olma biçimidir. Çünkü bakış, birini unutmamanın en güçlü yoludur.

Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi, yalnızca bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda sanatın, hafızanın ve kadın dayanışmasının gücünü anlatan bir başyapıttır. Sciamma, sinemayı erkek bakışından kurtararak, kadınların kendi hikâyelerini nasıl anlatabileceklerini gösterir.

Film, suyla başlar ve ateşle biter. Ama gerçekte, ne su söner ne de ateş tükenir. Çünkü kadınların hikayeleri, birbirine karışan dalgalar ve yükselen alevler gibi, sonsuza kadar yanmaya ve akmaya devam eder.


Feminist Çerçeve sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın