Bir Femvertising* Örneği: Barbie

Sabriye Akkul

2023 yazında vizyona giren Barbie ve Oppenheimer filmleri eş zamanlı olarak izleyiciyle buluştu. İki filmin vizyona girmesiyle birlikte sosyal medyada filmlerin kıyaslamalarını, Barbie filmine giderken hazırlanan kombinleri ve elbette atom bombasının kullanımıyla ilgili tartışmaları içeren videolar gündemdeydi. İki filmin popülerliği, hem viral olan videolarla, akımlarla hem de ana akımdaki olumlu eleştiriler ile gün geçtikçe arttı. Aslında iki filmde biri tarihsel, biri kurgu olmak üzere iki problematik figürün yeniden tartışılması ve bir biçimiyle aklanması yönünde önemli bir gelişme sağladı.

Film vizyon sürecinde, sosyal medyada iki yapımın karşılaştırmaları ve Barbie’nin verdiği mesaj üzerine yoğun tartışmalar yaşandı. İzleyicilerin bir kısmı siyaset ve tarih odaklı bilgi birikimine sahip olanların Oppenhamier’a gideceğini söylerken, bir kısmı da Barbie filminin feminist bir eleştiri taşıdığını söylüyordu. Hatta filmin yapımcısı olan Mattel “Barbie’yi seviyorsanız bu filmi izlemelisiniz, Barbie’yi sevmiyorsanız bu filmi izlemelisiniz” cümlesiyle reklam yapıyordu. Filmden sonra yapılan pek çok değerlendirme, filmin Barbie figürünü eleştirdiğini, yapısökümcü bir tarz ile Barbie’yi feminist bir ikon haline getirdiğini söylemekteydi.

Peki Barbie filmi gerçekten feminist bir eleştiri içeriyor olabilir mi? Bu soruyu yanıtlamak için filmin dışında bir figür olarak Barbie’ye bakmak gerekiyor. Çoğu kız çocuğunun yolu Barbie bebekleriyle kesişmiştir. Çoğu kız çocuğu bir Barbie’ye ya da içerisinde Barbie’nin olduğu bir ürüne sahip olmak istemiştir. 

Barbie Feminist Bir İkon Olabilir Mi?

İlk kez 1959 yılında Ruth Hadndler tarafından tasarlanan ve piyasaya sürülen Barbie yalnızca bebekleri ile değil, Mattel şirketinin dünyayı saran PR çalışmalarıyla da çeşitli animasyonlarda, okul malzemelerinde, giysilerde bir biçimiyle her dönemde ve bir sürü farklı biçimde kız çocuklarının hayatında olmayı başardı. Mattel şirketi Barbie fikrini, yıllar boyunca bir sınırsızlık iddiası ile öne sürdü. Her mesleği yapabilir, prenses, doktor ya da balerin olabilirdi. Elbette en az bebeği kadar pahalı olan ek ürünleri alabildiğiniz takdirde. Başlangıcı itibariyle Barbie, idealize vücut ölçüleriyle gerçeklik algısının dışında bir kadın figürü yaratmakla birlikte imaj olarak bizlere klasik “beyaz Amerikan kadını” figürünü sunuyordu.

Barbie figürü yalnızca güzellik ya da bireysel başarıyı temsil etmekle kalmaz, aynı zamanda ait olduğu yaşam tarzı ve sunulan imajla belirli bir ekonomik ayrıcalığın da taşıyıcısıdır. Sahip olduğu evler, arabalar, meslekler ve lüks tüketim ögeleriyle Barbie yalnızca bir oyuncak değil, yüksek tüketim kültürünün ve imtiyazlı sınıfsal konumun idealize edilmiş bir yansıması haline gelir. Bu bağlamda, özellikle daha dezavantajlı sosyoekonomik arka planlara sahip çocuklara hitap ederken, onların gerçekte erişemeyecekleri bir yaşam tarzını ideal olarak sunar. Böylece Barbie, sınıfsal farklılıkları görünmez kılmakla kalmaz, aynı zamanda “Herkes her şeyi olabilir” vaadiyle bu eşitsizlikleri doğallaştırır. 

Yıllar içerisinde, yükselen feminist hareket ve buna bağlı olarak Barbie bebeklerine gelen eleştiriler Mattel’i “farklı” Barbie’ler çıkarmaya itti. Mattel bunun nedenini “daha çok kız çocuğunun kendisine benzeyen Barbie’ler ile bağ kurabilmesini amaçlamak” olarak ifade etse de yapılan eylem gelen eleştiriler karşısında bir femvertising örneğiydi. 

Bu bağlamda değerlendirdiğimizde Barbie filmi de farklı bir noktada durmuyor. Henüz vizyona girmeden çeşitli mağazalar ile yaptığı anlaşmalarla, film için ayrılan bütçe ve bunun üzerinden yapılan PR çalışmalarıyla Barbie filmi büyük bir femvertising örneği olarak karşımızda duruyor. Film, reklamlarında bizlere feminist bir eleştiri iddiası sunsa da, filmi değerlendirirken filmin Barbie’yi üreten Mattel şirketi tarafından çekildiğini unutmamak gerekiyor. Barbie’nin kapitalist üretim ilişkileri içinde şekillenen yapısı, tüketim pratikleri üzerinden kurgulanan bir kimlik sunar. Bu kimlik, feminist söylemleri araçsallaştırarak onları yüzeysel temsillere indirger. Dolayısıyla film, derinlikli bir eleştiri sunmaktan çok, markanın geçmişine dair eleştirileri yumuşatma ve kendini yeniden konumlandırma çabasının bir uzantısı olarak okunmalıdır.

Film Barbieland ve gerçek dünyanın ayrımından oluşan bir evreni bizlere sunuyor. Mattel şirketi ise bu noktada Barbieland’deki Barbie ve Ken’lerin gerçek dünya ile bağlantı kurmasını engellemekten sorumlu. Film boyunca şirketin ürettiği her Barbie figürüne atıfta bulunuluyor; Kilolu Barbie, Kızıl Barbie, Afro-Amerikan Barbie ve elbette Klişe Barbie. Söz gelimi filmdeki tabiriyle Klişe Barbie’nin yanı sıra film bize belli aralıklarla değişen Barbie’leri, Barbie evrenin “güçlü kadınlarını” sunuyor. 

Filmin ana karakteri Klişe Barbie; hepimizin Barbie dendiğinde aklımıza gelen sarışın, olağandışı bir vücuda sahip olan Barbie. Barbie’ler tarafından yönetilen Barbieland’de kusursuz bir yaşam sürerken, Klişe Barbie’nin ölümü düşünmesi, mutsuz olması ve topuklarının yere değmesi ile Barbie’nin serüveni başlıyor. Barbie yaşadığı sorunları çözebilmek için diğer Barbie’lerin yönlendirmesiyle filmin önemli karakterlerinden biri olan Tuhaf Barbie’ye giderek tavsiye alıyor. Aldığı tavsiye üzerine onunla bağ kuran kadını bulup hayatındadaki sorunu çözmek üzere gerçek dünyaya yola çıkıyor, Barbie’lerin dünyayı “feminist” bir dünya haline getirdiğine inandığı dünyaya. 

Bir Eleştiri Sunuyor Mu?

Ana akım sinema burada da en belirgin özelliklerini gösteriyor ve Barbie bu yolculuğa yalnız çıkmıyor. Barbie’nin erkek arkadaşı olan Ken, arabaya saklanarak onunla birlikte gerçek dünyaya doğru yola çıkıyor. Barbie filmi ile ilgili belki de en problematik anlatılardan biri de başlamış oluyor. Film tam olarak neo-liberal dünya öğretileri ile feminizmi, ataerkiye karşı anaerki noktasına sıkıştırarak kadınların yönettiği bir dünyada aslında erkeklerin değersizleşeceğini söylüyor. Bu anlatıyı Barbie dünyasında Ken’lerin herhangi bir amacı ya da Barbie olmadan bir anlamı olmamasından kuruyor. 

Gerçek dünyaya geçmeyi başardıklarında ise; Barbie bağ kurduğu kadını ararken, Ken de “patriyarka” ile tanışıyor. Bir yandan diğer sahnede fazlaca saf betimlenmiş Mattel Ceo’ları ise Barbie’nin kutuya girebilmesi için peşine düşüyor. Film boyunca bu CEO’ları komik olsun diye fazlaca abartılmış sakarlıkla ve birbirleri arasındaki diyaloglar ile görüyoruz. Bu sahneler bize açıkça filmin ekonomik bir eleştiri sunmayacağını söylerken, Ken’in partiyarkayı Barbieland’e götürmesi ile Barbieland Kendoma’a dönüşüyor. Filmin diğer bir problematik kısmı ise burada karşımıza çıkıyor. Ken’in anlatısına hemen ikna olan Barbie’ler kendilerini Ken’lere hizmet etmeye adıyor. Bu anlatı bir yanıyla bizlere patriyarkanın kadınlar tarafından da kabul gördüğünü söylüyor.  Uzunca zaman “önder/yönetici” misyonu ile yaşamış kadınlar/Barbie’ler hemen kendini bir erkeğin yanında ona hizmet ederken buluyor ve bundan hiç rahatsız olmuyor.

Barbieland’in Kendom’a dönüştüğünden habersiz Barbie gerçek dünyaya, bağ kurduğu kadın ve kızı ise Barbieland’e doğru yola çıkıyor. Filmin bu noktasında Mattel’in yalnızca erkeklerden oluşan CEO grubunun komik durması için abartılmış sahneleri karşımıza çıkıyor. Film bir yanı ile bize sürekli aslında CEO’ların kötü olmadığından, ne yaptığının farkında olmayan “masum kapitalistler” olduğundan bahsediyor.

Barbie ve kadınlar, Barbieland’e ulaştıklarında ise artık Barbie’nin bahsettiği dünyadan eser kalmadığını görüyor. Bir süre anlam vermeye çalıştıktan sonra ise Tuhaf Barbie’nin de yardımı ile diğer Barbie’lere aslında nasıl bir hayatları olduğunu anlatmaya başlıyor. Bu süreçte patriyarkaya hızlıca ikna olan Barbie’ler bahsi geçen hayatlarını kazanma vurgusuna da hemen ikna oluyorlar. Bu noktada bir savaş anı ile Barbie’ler Barbieland’i yeniden kazanıyor. 

Sonrasında ise Ken’lerle bir anlaşma yapılıyor, aslında önceki dünyanın onların ezilmesi üzerine kurulduğunu kabul ediyorlar. Bir yönüyle Ken, patriyarkayı tamamen kendisini ifade edebilmek, Barbie’ler gibi olabilmek için kurmuş oluyor. En başında belirttiğimiz gibi film bize bir yönüyle anaerki ve ataerki aynıdır vurgusunu yapıyor, bir biçimiyle barışı erkeklerin/Ken’lerin de duygularını anlayarak sağlıyor.

Filmin sonunda ise aslında en başından tahmin edilebilir olan Barbie’nin insan olmayı seçmesi, gerçek dünyaya geçişi ve yaratıcısı ile yüzleşmesi geliyor. Burada yine Barbie reklamlarının vazgeçilmez vurgusu olan Barbie’nin sınırsız dünyası vurgusu yapılıyor. Buna rağmen Barbie insan olmayı seçiyor ve son sahnede bir görüşme için heyecanlı bir halde karşımıza çıkıyor. Film boyunca seyahat ettiği anne ve kızın onu motive etmesiyle birlikte Barbie’nin iş görüşmesine gittiğine inanıyoruz. En basit haliyle bir ekonomik bağımsızlık vurgusu geleceğini sanarken Barbie’nin jinekologa gittiğini öğreniyoruz ve film son buluyor. Barbie’nin evreninde kadın olmanın bir “vajinaya” sahip olmaktan geçtiğini görüyoruz. Film bize Barbie’nin nasıl bir hayat kurduğuna dair bir sahne sunmuyor fakat “kadın” olmak için ne yaptığına dair böyle bir anekdot ile karşımıza çıkıyor.

Tüm bunları değerlendirdiğimizde Barbie filminden feminist bir yapım olarak bahsetmek mümkün olmuyor. Filmin, Mattel şirketinin Barbie’nin feminist olduğunu ispatlamaya çalışan bir pazarlama hamlesinden öteye gitmediğini görüyoruz. Filmden sonra gelişen tartışmalar, feminizmin pazarlanabilir bir ürün haline getirilmesine dair güncel kaygıları güçlendirmiştir. Bugün Barbie, bir yandan tüketilebilir feminizm örneği, bir yandan da post-feminist imaj üretiminin tipik figürlerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Gerçek bilginin kırıldığı bu çağda Barbie figürünün yeniden yazımına tanıklık ediyoruz.

Barbie filmini bu çerçevede ele aldığımızda, karşımıza çıkan şey bir feminist anlatıdan çok, feminizmin güncel piyasa koşullarına uygun şekilde yeniden ambalajlandığı bir pazarlama ürünü oluyor. Film, kadınların güçlenmesini yapısal bir dönüşümle değil, bireysel tercihler ve estetik çeşitlilikle ilişkilendirerek, eşitlik mücadelesini yüzeysel temsillere hapsediyor. Patriyarkanın sınıfsal, ırksal ve kültürel katmanları ise yalnızca dekor olarak kullanılıyor; ne gerçek bir hesaplaşma ne de alternatif bir toplumsal tahayyül sunuluyor. Bu yönüyle Barbie, yalnızca tüketilebilir bir kadınlık modeli üretmekle kalmıyor, aynı zamanda feminizmi sisteme entegre edilebilir, zararsız ve metalaştırılabilir bir söylem haline getiriyor. Sonuç olarak film, bir feminist vizyon değil, neoliberal düzenin sınırları içinde güvenli bir temsil alanı sunuyor.

Kaynaklar:

* Femvertising, kadınları ve kızları güçlendirmek için kadın yanlısı mesajlar ve imgeler kullanan bir reklamcılık türüdür. Genellikle kadınları geleneksel olmayan rollerde sergileyerek veya başarılarını vurgulayarak toplumsal cinsiyet kalıplarını değiştirmeyi ve eşitliği teşvik etmeyi amaçlar.


Feminist Çerçeve sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın