Dilan İpek

Şimdi herkesin merakla beklediği dedikodu zamanı… (alkış, konfeti)
Dedikoduyla ilgili onlarca şey duymuş, okumuşuzdur. Geçmişi o kadar geriye gidiyor, etkileri o kadar saymakla bitmiyor ki belki de ne kadar konuşsak az kalır. Biz yine dilimiz döndüğü kadar konuşmaya niyetlendik. Ama malum ‘’dedikodu kadınların işi’’ olduğu için dilimiz de baya bir dönüyor desek abartmayız sanıyorum.
Gossip İngilizce’de dedikodu kelimesinin karşılığı olarak kullanılıyor. Gossip veya godsibb, Tanrı anlamına gelen ‘’god’’ ve yakın akraba anlamına gelen ‘’sibb’’ kelimelerinden türeyen dedikodu; başlangıçta çocuğun vaftiz ebeveynini (gossiprede) ifade ediyordu. Daha sonra bu anlam genişleyerek doğum anında, kadının yanında olan ona destek veren diğer kadınları da ifade etmek için kullanıldı. Bu dönem dedikodu yani gossip kelimesi hiçbir olumsuz anlam taşımıyordu. (Silvia Federici)
Türkçe’de ise ‘’demek’’ fiilinden ‘’dedi’’ ve ‘’koymak’’ fiilinden ‘’kodu’’ çekimlerinin birleşiminden oluşan dedikodu kelimesi bir şey demek ve üzerine koyarak iletmek gibi anlama geliyor diyebiliriz. Aynı şekilde dedikodunun eş anlamlısı olan gıybet kelimesi de Arapça ‘’gıyab’’ kaybolma, burada olmama anlamındadır. Gıyabında konuşmak, orada bulunmayan birisi hakkında konuşmaktır.
Dedikodu kelimesi aslında çok uzun yıllar boyunca olumlu ya da olumsuz fark etmeksizin, üçüncü bir kişi hakkındaki sohbetlerin tamamını ifade etmek için kullanılırdı. Şimdi ise TDK’ye göre ‘’ başkalarını çekiştirmek ve kınamak üzere yapılan konuşmalar’’ olarak tanımlanıyor. Yani kötü, gereksiz hatta boş konuşma anlamına geliyor.
Dedikodunun ortaya çıkıp gelişmesine ve anlam değişime dair çokça çalışma yapılmış, yapılmaya da devam ediyor. Karmaşık ve çok boyutlu bir olgu olması sebebiyle dedikoduyu değerlendirirken içinde bulunduğu bağlamı göz önünde bulundurmak önemli diye düşünüyorum. Aynı zamanda dilin ortaya çıkış süreciyle iç içe geçen bir serüveni var dedikodunun. Hatta bazı araştırmacılara göre dil dedikodu yapmak için bile evrimleşmiş olabilir. Araştırmalar gösteriyor ki sosyalleşmenin de en önemli adımı dedikodu yapmak olmuş. Homo Sapiens’in yazarı Noah Harari “Homo Sapiens her şeyden önce sosyal bir hayvandır, sosyal iş birliği hayatta kalma ve üreme için kritik öneme sahiptir. Kadın ve erkek bireyler için aslanların ve bizonun yerini bilmek yeterli değildir, asıl önemli olan kabilede kimin kimden nefret ettiğini, kimin kiminle ilişkiye girdiğini, kimin dürüst ve kimin hilebaz olduğunu bilmektir.’’ diyerek ilk topluluklarda kurulan güven ilişkisinin dedikodu yoluyla olduğunu ifade ediyor. (Yuval Noah Harari, Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi)
Ama biz burada dedikodunun tarihine dair bir arkeolojik kazı yapmayacağız, asıl odaklanacağımız konu dedikodunun neden kadınlar üzerine yapışmış olduğu olacak.
Düşman cadılar, dedikoducu kadınlar
Toplumsal açıdan ne derece öneme sahip olduğu hala sosyal bilimler tarafından araştırma konusu olan ve faydaları üzerine hem sosyolojik hem de psikolojik çalışmalar yapılan dedikodu eylemi, Ortaçağ’a kadar olumsuz hiçbir anlam taşımıyordu.
Aynı zamanda o dönem kadın arkadaşlığını ve dostluğunu da göstermek için kullanılıyordu. Silvia Federici’nin Cadılar, Cadı Avı ve Kadınlar kitabında açıkladığı üzere Ortaçağ’da kadınların hedef alınmaya başlanmasıyla birlikte bu kavram aşağılayıcı bir anlama büründü. Kadınlar arasındaki dayanışma, bilgi paylaşımı ve ortak yaşam pratikleri yok edilmek istendi. Artık dedikodu boş konuşan, konuşmalarıyla anlaşmazlıklar doğuran kadınları tanımlıyordu.
Kadınların bir arada olması ortak sorunları ve/veya ortak suçluları konuşması patriyarka için her zaman temel tehlikelerden bir tanesiydi. Ayrıca feodal dönemde hala devam eden komün yaşamların da kapitalizme geçiş sürecinde parçalanması gerekiyordu. Bu parçalama eyleminin toplumda akışı ve devamlılığı sağlayan kadınlara yönelik düşmanlığın daha derinleştirilmesiyle sağlanması kurulacak yeni düzen için çok önemliydi.
1500’lerde anlamın değişmesiyle birlikte kadınların bir arada bulunma, dayanışma ve bilgi paylaşmaları kriminalize edilmeye başlandı. Artık konuşan kadınlar cadılaştırılıyor, birbirleriyle dayanışması engelleniyor, ortak bilgi birikimine izin verilmiyor hatta birbirlerini ihbar etmeleri bekleniyordu.
Konuşmaya devam eden kadınlar sadece ayıplanmıyor aynı zamanda teşhir edilerek cezalandırıyordu. Bildiğimiz üzere cadı avları döneminde kadınların katledilmesinin yanı sıra uygulanan işkenceler de çok vahşice ve insanlık dışıydı. O işkence yöntemlerinden bir tanesi de konuşan yani dedikodu yapan kadınlar için geliştirilmişti. 1567’de İskoçya’da scold’s bridle veya witch’s bridle isimli, dırdırcı yuları, cadı yuları veya gıybet kemeri denilen kadınların konuşmasını engellemek için tasarlanan metal, dile bastıran dikenli bir maske icat edildi. Dedikodu yapan kadınlar bu maskeyle cezalandırıyor hatta maskeyle sokak sokak dolaştırılarak sergileniyorlardı. Korku salınıyor, dayanışma yok edilmek isteniyordu. Bu işkence aleti 1800’lere kadar kullanılmaya devam etti.
Gördüğümüz üzere patriyarka dedikoduyu evirmiş çevirmiş, kana bulamış ve anlam açısından büyük değişikliğe uğratmış. Kadınların sosyalleşmesini, dayanışmasını, deneyimlerini ve bilgilerini birbirine aktarmasını engellemek için yine yasaklar koymuş, duvarlar örmüş, cezalar vermiş. Tarih boyunca kadınlara uyguladığı şiddetin biçimi, yöntemi değişmiş ama şiddet kesintisiz devam etmiş.
Dedikodu politiktir
Şimdi dedikodunun anlam değişimi üzerine çizdiğimiz resme biraz da bugünden ve kadınların gözünden tekrar bakmalıyız.
Öncelikle değişmeyen şey dedikoduyu hala kadınların yaptığına dair genel inanışın devam etmesi. Şu an bir arama motoruna ‘’dedikodu’’ yazarsak ve görseller bölümünü incelersek, karşımıza çıkan görsellerin çok büyük bir kısmında kadınların temsil edildiğini görürüz. Dedikodu yapmak neredeyse sadece kadınlarla ilişkilendirilmiş ve kadınların bu eylemi gerçekleştirmesi ayıplanarak değersizleştirilmiştir. Oysa yapılan birçok araştırmada kadınların ve erkeklerin dedikodu sıklığının neredeyse aynı olduğu sonuçları çıkıyorken, kadınların daha fazla dedikodu yaptığına dair herhangi bir veri bulunamamıştır.
Bu söylediklerimden dedikodunun olumsuzluğunu kabul ettiğim ve dedikoduyu reddettiğim ‘’kendimizi aklamaya çalıştığım’’ anlaşılmasın. Birçok durumda dedikodu yapmak kadınlar için hayati önem taşır desem çok da abartmış olmam. Dedikodu okulda, sokakta, ilişkilerimizde, iş hayatımızda bizlere veriler oluşturur, önemli bilgilere ulaşmamızı sağlar, bir nevi erken uyarı sinyalleri gönderir. Oturduğumuz mahallede hangi komşunun şiddet uyguladığını, kimin kadınlara ‘’sarkıntılık ettiğini’’ biliriz. Okulda hangi hocanın statüsünü kullanarak öğrencilerine mobbing uygulandığını ya da onları taciz ettiğini duyarız. Romantik ilişkilerimizde o kişinin nasıl biri olduğunu soruşturur, hakkında yapılan dedikodulardan bilgi toplarız. Belki de bir şiddet failiyle ilişki yaşamaktan kurtuluruz.
Yaşadığımız sorunları ve şiddeti, özel alanlarda saklı kalması gerektiği öğretilen suçları konuşur bunları sadece bizim yaşamadığımızı ve yalnız olmadığımızı fark ederiz. Aynı zamanda sadece sorunları konuşmak olmaz bu; sorunun arkasındaki ‘’esas sorunları’’ şiddetin sistematik boyutunu anlamaya başlarız, buna karşı bilinç kazanırız bu da birleşmenin ve mücadelenin ilk adımıdır diyebiliriz.
Cadı avlarından bugüne paylaştığımız bilgilerle ve aktardığımız deneyimlerle kendimize ve birbirimize güvenli alanlar yaratmaya çalıştık. Bu güvenli alanları dedikodu yoluyla kurmamız ise dedikodunun bir tür özsavunma yöntemi olduğunu ve feminist bilgiyle dayanışma ağı örmenin önemli yöntemlerinden olduğunu gösteriyor.
‘’E bu kadar dedikoduyu olumladınız, kadınlarla olan bağını açıklamaya çalıştınız da erkekler dedikodu yapmaz mı?’’ diye soranlar da çıkar şimdi.
Cevabımız ‘’Off hem de nasıl yaparlar!’’ olacak.
Ama biraz açıklayalım. Erkekler dedikodu yapmaz miti patriyarkanın en kaba yalanlarından bir tanesi. Tabii ki tarih boyunca kadınlar kaosla, irrasyonellikle ilişkilendirilirken; erkekler uygarlıkla, kültürle, rasyonellikle özdeşleştirildi. Bilgiye erişim hakkı erkeklere tanındı. Bu nedenlerledir ki bir yerde toplanmış birkaç erkek görsek bize onların hep ‘’önemli şeyler’’ konuştuğu düşündürtüldü. Erkeklerin dedikodusu hep bilgi aktarmak ya da irtibatta kalmak olarak anıldı.
Genelde konuşulan konuların büyük bir kısmında kadınlar ilişkilerindeki sorunları anlatır, aile içindeki şiddeti konuşur, özel olan ‘’sırları’’ paylaşır; patriyarkal şiddeti anlamlandırır. Kadınlar bunları konuşma, paylaşma ihtiyacı duyarken erkekler genellikle saklama ihtiyacı duyar, çünkü yüksek olasılıkla o şiddeti uygulayan taraftırlar. İşte bu yüzden erkekler dedikodu yapmıyor demek yerine ‘’erkeklerden dedikodudan korkuyor, kaçıyor’’ desek daha doğru olabilir.
Yazıyı şöyle bitirelim; patriyarkanın olumsuzladığı, lanetlediği dedikoduya eski itibarını ve feminist dayanışma anlamını yeniden kazandırmamız gerekiyor. Aşklarımızı, deneyimlerimizi konuşmamız, şiddeti fark etmemiz ve bunu gözler önüne sermemiz ayıp, etik dışı ya da suç değildir. Aksine şiddeti saklamak, gizlemek, kadın dayanışmasını engellemeye çalışmak suçtur.
Dedikoducu kadınlar olarak patriyarkanın korkulu rüyası olmaya devam edeceğiz.
Feminist Çerçeve sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
