
Sevgili günlük,
Öncelikle tanışalım, gerçi ben seni tanıyorum; en azından mantığını anlıyorum. Sen yıllarca dizilerde, filmlerde, nedense genellikle kadınların içini döktüğü gizli deftersin. İlkokulda da sınıf arkadaşlarımın senden bahsettiğini anımsıyorum. Sahi neden genel olarak kadınlara ve lubunlara hitap ediyorsun acaba? Belki erkeklerin evde, sokakta, okulda onları susturacak biri olmadığı sürece mütemadiyen konuşabilmeleriyle ilgilidir.
Evet tanışıyorduk ve evet senin de anlayabileceğin üzere; sana erkek egemenliğinin (maalesef) hala devam ettiği 2025 yılından, bir orta doğu ülkesi olan Türkiye’den bağlanıyorum. Şimdiye kadar yazdıklarım acıklı gelmiş olabilir, göründüğü kadar kederli bir hayatım olmadığını sayfaları doldurdukça anlayacaksın.
İsmim Sıdıka Su. Kendimi uzun uzun anlatmayı düşünmüyorum çünkü her gün değişiyorum. Sana hayatımdan, okulumdan, iş hayatımdan, aşklarımdan veya aşksızlıklarımdan, arkadaşlarımdan, yaşadığım coğrafyada olup bitenlerden, hayatımın ıstırabı olan patriyarkadan ve daha birçok şeyden bahsedeceğim. Patriyarka konusunda bir parantez açmak istiyorum çünkü ıstırap denkleminde çeşitli değişiklikler olabiliyor. Kadınlar, lubunyalar, feministler patriyarkaya karşı birlikte mücadele yürüttüğü zaman ıstırap çeken ve yıkılma korkusu yaşayan patriyarka oluyor. Bütün bu anlattıklarımdan anlayacağın üzere, evet sen bir feministin günlüğüsün.
Tam olarak ne uzmanı olduklarını bilmediğim “uzmanlar” günlük yazmanın önemini vurgularken; yaşarken tahlil edilemeyen, karanlıkta kalan olayları yazarak aydınlatabileceğimizden bahsediyorlar. Yirmi küsür yıldır yeryüzünde olmanın avantajlarından biri olarak artık yaşadığım şeyleri, üzerinden pek zaman geçmeden de aydınlatabilme kabiliyeti kazandım (her zaman işlemese de). Altı gün önce bir kafede barista olarak işe başladım. Asıl mesleğim baristalık olmasa da geçinebilmek için çoğu arkadaşım gibi ben de çeşitli meslek kollarında hatırı sayılır deneyim elde ettim.
İş görüşmesi için kafeye gittiğim gün menüyü incelemiştim ve fiyatların ucuzluğuna şaşırmıştım. Günde dokuz saat çalışırken zaman zaman küçük bir neşeyle sattığımız kahvelerin ucuzluğuna duyduğum şaşkınlık aklıma düşüyordu. Bulaşıkları yıkarken bu kadar uygun fiyata hem ferahlık veren hem de insanı ayıltan ice latteleri, masalardaki boşları toplarken halkımızın uygun fiyata kafeine bolca ulaşabilmesini, tuvaleti temizlerken tatlı fiyatlarının erişilebilir olmasını ve kahve yaparken tüm bunları sırayla düşünüyordum. Kafede çok gün ve uzun saatler çalıştığım için kafe sakinleriyle telepatik bir bağ kurmuş olagelmişim ki tüm bunlar aklımdan geçerken kahvesini hazırladığım müşteri de bana fiyatların neden bu kadar ucuz olduğunu sordu.
Benim için gerçek bir aydınlanma anıydı sevgili günlük. Kahvelerin ve tatlıların fiyatı uygun çünkü ben günde dokuz saat (yedi saatinde tek olmak üzere) çalışıyorum ve “normal şartlar altında” yaptığım işi en az üç başka insanla birlikte yapmam gerekiyor. Müşteriye içimden “çünkü patron rezillik raddesinde beni, emeğimi sömürüyor” dedim. O andan itibaren kahveye, san sebastian ve bilimum tatlı çeşidine karşı antipati besliyorum. Yani kapitalizmin beni sömürdüğü yetmedi, üstüne ömrüm boyunca en büyük zevklerimden biri olan tatlı bağımlılığımı da hunharca elimden aldı. Yakında istifa edeceğim ve daha az sömürülmeyi umarak yeni bir iş arayışına gireceğim.
Belki istifa etmeden önce fısıltı gazetesiyle insanlara neden bu kadar ucuza kahve içebildiklerini söylerim. Bu sömürüyü umursamadığını hissettiğim müşterilere de “bok için” deme hakkım her zaman benim olacak.
Bu korkunç tecrübemin bana kattığı olumlu bir taraftan bahsetmek gerekirse artık hizmet sektörü çalışanlarıyla müthiş bir empati kurabiliyorum.
Geçen gün Pınar’a doğum günü hediyesi almak için Özge’yle dükkanları geziyorduk. Genel ahlakı önemseyen kimselerin oldukça ahlaksız bulacağı birkaç külot seçtik hediye olarak. Kasadaki çalışana günde kaç saat çalıştıklarından, çalışma koşullarının zorluklarına birçok soru sorarken buldum kendimi. Küçük bir dayanışma anı yaşayıp kutlama yapacağımız bara gittik. Bara girdiğimiz gibi radarıma bu büyük mekanda iki kişi çalıştıkları girdi. Siparişlerin hazırlanma süresi uzun sürüyor çünkü şimdiye kadar benim de yeterince fark etmediğim bir bilgi; kafe, bar çalışanlarının olağanüstü güçleri yok sevgili günlük.
Çalışan, yanlış gelen siparişlerimizi geri götürmek üzereydi ki yine bir empati anı yaşayarak “elinizden ne olsa içerim” minvalinde sevgi ve empati patlaması yaşadım. Çalışan da sevgi patlamama karşılık verdi ve emeğin gücü ismini verdiğim duygusal bir an yaşadık.
Neyse sevgili günlük, çok yorgunum ve mesai ismi verilen cehennem saatlerimin başlamasına altı saat kaldı. Emeği sömürülen ve çalışmadığı kafelerde çalışanlar tarafından pek sevilen Sıdıka Su’dan sevgilerle. Daha az yorgun olduğum günlerde yazışmak üzere,
Kendine iyi bak.
Feminist Çerçeve sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.
